hayvan koruma konusunun anayasa’da yer almasina dair görüşler
hayvan koruma konusunun anayasa’da yer almasına dair iki türlü görüş bulunmaktadır.
hayvan koruma konusunun anayasa’da açık olarak yer almasına karşı olan görüş ilk ve geleneksel görüştür. bu görüşün savunucuları, bu konunun anayasa’da yer almasına gerek olmadığını, bu konunun kanun olarak düzenlenmek suretiyle güvenceye bağlanabileceğini ve ayrıca anayasal güvenceye bağlanması hususunun gereksiz olduğunu benimsemişlerdir.
ikinci ve karşıt görüş hayvan koruma konusunun mutlaka anayasa’da düzenlenerek anayasal güvenceye kavuşturulması gerektiği şeklindedir. bu görüşün savunucularına göre, her ne kadar hayvan koruma konusuna yönelik, hayvanların korunması amacıyla kanun ve yönetmelikler çıkarılsa da, uygulamada hayvan hakları mevzuatı yetersiz kalmakta ve müeyyideleri bakımından eksik oldukları görülmektedir. bu kanun ve yönetmeliklerin, genel olarak hayvan hakları mevzuatının tam olarak uygulanabilmesi, uygulanabilirliğinin artması ve yaptırımlarının ağırlaştırılabilmesi, özetle söz konusu bu mevzuatın hayvan korumada ve genel olarak hayvan haklarının gerçekleştirilmesi amacına uygun olarak hizmet edebilmesi, bu hedefin gerçekleştirilebilmesi için anayasal güvence şarttır. hayvan koruma konusunun anayasa’da yer alması ile hayvan korumada ve hayvan haklarında çok büyük bir adım atılacağı ve hayvanların da insanlar gibi anayasal güvencelerinin olacağı belirtilmektedir.
hayvan koruma konusunu anayasa’sında düzenleyerek hayvanları anayasal güvenceye kavuşturan ülkelere baktığımızda bazen bu konunun açık olarak, başlı başına bir madde gibi, bazen de çevre hakkı veya çevre ödevi başlığı altında düzenlendiğini görürüz.
anayasa’sında hayvan koruma ve çevre hakkına yer veren ülkelerde bile anayasa’da ilgili maddede hayvan koruma teriminin tam olarak geçmediğini, daha çok “çevre hakkı” deyimi kullanılmak suretiyle düzenleme yoluna gidildiği gözlemlenmektedir. anayasa’sında dolaylı olarak da olsa hayvan koruma konusunu düzenleyen ülkelerin neden açık ve net olarak “hayvan koruma” tabirini kullanmaktan kaçınarak bunun yerine “çevre hakkı” başlığı altında düzenleme yapması gerçeği göz ardı edilemez. bu ülkelerin anayasa’larında “çevre hakkı” başlığı altında düzenleme yapmasının nedeni çevre kelimesini doğayı ve dolayısıyla doğada bulunan canlıları kapsadığı şeklinde açıklanabilir. buna göre, çevre kelimesi zaten içinde hayvanları da barındırdığı için hayvan koruma konusunun anayasa’da ayrı bir madde olarak veya çevre hakkı başlığı içinde bir deyim olarak geçirilmesine gerek yoktur ve çevre hakkı ve koruması deyimi kullanılmak suretiyle zaten hayvan koruma hususu da düzenlenmekte ve böylece hayvan koruma ve hayvan hakları da anayasal güvenceye kavuşturulmuş olmaktadır.
anayasa’sında çevrenin korunmasına yönelik düzenleme yapan ülkelere ispanya, portekiz, bulgaristan, macaristan, brezilya, peru, abd’nin bazı eyaletleri (illinois, pennsylvania, massachussetts, rhode island, texas) örnek olarak verilebilir. bu ülke anayasa’larının ortak özelliği çevre hakkı ve çevre korunması terimlerine açıkça yer vermiş olmalardır. buna göre, söz konusu bu anayasa’larda “herkes çevre hakkına sahiptir” veya “çevre korunması” gibi tabirler doğrudan kullanılmak suretiyle anayasal güvenceye kavuşturulmuştur.
anayasa’sında çevre koruma veya çevre hakkı tabirlerini kullanmadan, diğer anayasal düzenlemelerin tam tersine doğrudan ve açık olarak değil, bilakis üstü kapalı ve dolaylı olarak çevre hakkını düzenleyerek anayasal güvence sağlayan ülkelere örnek olarak en başta türkiye’yi gösterebiliriz. t.c. anayasa’sında yer alan çevre hakkı düzenlemesi prof. dr. nükhet turgut’un ifadesiyle “ çevre hakkı var olan klasik haklarla bağlantı kurarak formüle etme” yolu ile gerçekleştirilmiştir. bu konunun yer aldığı bölüm “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler” başlıklı üçüncü kısım a. madde 56.dır.
a. madde 56: herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir”.
görüldüğü gibi söz konusu bu maddede hayvan koruma ve hayvan hakları ayrı bir sözcük olarak yazılmamış, hatta çevre hakkı terimi bile geçmemiştir. yalnızca dolaylı olarak “yaşam hakkı” ile bağlantı kurmak suretiyle çevre korumadan ve dolayısıyla da çevrenin çok önemli bir parçasını oluşturan çevre hakkından söz edilmiştir. bu şekilde anayasa’da dolaylı da olsa düzenlenerek çevre hakkı anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. çevre korunması hususuna değinilmiş olduğunu ve bu madde ile çevre hakkının düzenlenmiş olduğunu maddede ifade edilen “sağlıklı ve dengeli yaşama hakkı” tümcesinden anlamak mümkündür. buna göre, her insan sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamak hakkına sahiptir. bu da ancak çevrenin dolayısıyla doğa ve hayvanların korunması, ekolojik dengenin bozulmaması için önlemler alınması, var olan ekolojik dengenin muhafaza edilmesi, ekolojik zincirin kopmamasına dikkat edilmesi (hayvanların, bitkilerin korunması, nesli tükenmek üzere olan hayvanların ciddi şekilde koruma altına alınması) aksi yönde davranışların yaptırıma bağlanması, çevre kirliliğinin azaltılması yollarıyla mümkündür. bu maddenin geleneksel görüşü – doğanın insanlar için var olduğu ve ancak insanların yaşam hakkını temin etmek için korunması gerektiği – insan merkezli (antropocentric) anlayışın ürünü olduğu görülmektedir. bu maddenin düzenlenmesinde temel unsur doğanın insanların refahı, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşaması gerektiği için doğanın – çevrenin korunması gerektiğidir. buna göre, doğa insanlar için var olduğundan, başlı başına korunmaya değer bir sebep oluşturmamaktadır. ancak, insanların yaşamını ve refahını tehdit ederse koruma altına alınması gerekir şeklinde açıklanabilecek olan bu anlayışın doğayı başlı başına var olduğu, insan için değil kendisi için var olduğu sebebiyle korumanın gerektiği anlayışına son derece zıt olduğu açıkça görülmektedir. halbuki doğa, çevre başlı başına korunmaya değer olgulardır, hayvanlar insanların kullanımı için yaratılmamıştır. bu nedenle de hayvanlar sırf kendileri için korunmaya layık varlıklardır. nitekim hayvanların kendi varlıklarının bilincinde oldukları, ölmek istemedikleri, ölürken acı çektikleri, insanlarda var olan hemen -hemen her duyguya (haz, mutluluk, sevinç, duygusallık, sevgi gibi) sahip oldukları gerçeği göz önüne alınırsa bu geleneksel insan merkezli anlayışın ışığında hazırlanmış olan söz konusu bu maddenin hayvan koruma amacına hizmet etmediği gerekçesi ile, değiştirilerek hayvanları sırf var oldukları ve değerli oldukları için korunması gerektiği anlayışının – doğa merkezli – ekosantrik anlayışın hakim olduğu bir düzenleme getirilerek hayvanlar, doğa ve çevrenin tam olarak korunmasının sağlanması mümkün olacaktır.