- http://www.turseng.com/2013/06/luigi-pirandello-ses-hikayesi-ilk-kez.html - linkteki yazıda da belirttiğim üzere çeşitli sebeplerle türkçeye çevrilmemiş olan çok sayıda eserden beğendiğim bir kaçını türkçeye gönüllü olarak kazandırmakta ve bu blog'da yayınlamaktayım. gönüllü surette bir çok değeri eseri türkçeye çevirmek son derece zevkli, verimli ve de zihin yorgunluğunu giderici etkileri bulunan bir eylem. yabancı dil bilen herkese öneririm.
- ilk çevirdiğim hikaye üstteki linkte yer almakta olan luigi pirandello'nun ses adlı hikayesidir. bu dahi yazar özellikle piyesleri ile bilinmekte olup, senarist ve oyun yazarlarına iyi yazmanın sırlarını öğrenmek için pirandello okumalarını önermekteyim. pirandello'dan iyi piyes yazmanın sırlarını öğrenmek kolaydır, tıpkı hemingway'den roman yazmanın incelikleri ve sırlarını öğrenmenin kolay olması gibi.
- nobel ödülü maalesef her zaman hak eden, gerçek yazarlara verilmemekte, orhan pamuk örneğinde olduğu gibi siyasi gerekçelerle, taraflı ve hatalı şekilde de verilebilmektedir. her ikisi de nobel ödüllü olan bu iki yazarın, başka bir deyişle bir hak eden, bir de hak etmeyen iki yazarın arasındaki farkı değerli bir arkadaşımın söylediği şu fikir açık seçik ve net olarak ortaya koymaktadır. söz konusu arkadaşım orhan pamuk kitapları için "dövseler okumam" derken, luigi pirandello'nun bu hikayesi için "su gibi okudum" şeklinde fikir beyan etmişti. bu iki farklı zamanda, farklı konuşmada sarfedilen, ancak biraraya geldiğinde konuyu epey aydınlatan cümleler/fikirler, nobel ödülünün hak ederek, eserleriyle alınması ile hak etmeden, eserleriyle değil, siyasi söylemlerle alınmasına net bir örnek olmanın yanısıra açıklık da getirmektedir.
- gerçek/kaliteli yazarın eserlerinin ve kendisinin başarısı okunma zorluğunu aşıp aşmama ile değil, "su gibi" okunmayla ölçülür. pirandello'nun eserleri su gibi okunup, ezbere bilinip, tamamen farklı meslekte olan biri tarafından kısıtlı zaman ve enerjisinden pay ayırarak gönüllü surette çevrilecek, topluma ulaştırılması için çaba gösterilecek kadar değerliyken, pamuk'un "eserleri" okunup okunamadığına göre değerlendirilmekte, insanlar onun eserlerinden "bir kaç kitabını okudum, bitirmeyi başardım" diye söz etmektedirler. onun eserleri! o kadar kötüdür ve sıkıcı, edebi yönden noksan ve gereksizdir ki, insanlar sırf okumuş olmak, nobel ödüllü bir yazarın kitaplarını okumayacak kadar "cahil" oldukları sanılmasın diye sırf göstermelik olarak mecburen ellerine alarak okumaya çalışmakta!, bitirmeye çaba göstermekte ve nihayet hayli uzun süreçte ve de hiç zevk almayarak bitirdiklerinde bununla övünmekte, "ben orhan pamuk kitabı okudum, bitirdim, bu sebatı gösterdim" diye gururlanmaktadırlar. iyi eser okutur, kötü eser sıkar, kaçırtır. özetle, pirandello gönüllü olarak bir hukukçu tarafından çevrilirken, kimse pamuk kitaplarını gönüllü surette başka bir dile, herkese ulaşsın diye kazandırmaz.
- bu sefer isveç yazarı par lagerkvist'ten iki hikaye çevireceğim. pyer lagerkvist diye okunmaktadır bu önemli nobel ödüllü yazarın adı.
- http://parlagerkvist.com/index.html - sitesi bu linkte. biyografisi v.s. hakkında detaylı bilgi edinmek için linke gidin.
- bodrumda ve asansör cehenneme iniyordu adlı iki hikayesini çevirecek ve blog'da, bu yayında yayınlayacağım inşallah.
Onu hepimiz gördük ve diyebiliriz ki, her gün görüyoruz. Ona dikkat etmiyor, yattığı yerin etrafından sık sık geçip gidiyoruz, hiç umurumuzda bile değil, sanki hiç orada yatmıyor ve sanki hayatımızın ayrılmaz bir parçası. Ben deri eldiven geçirdiği elleri ile yere tutunarak sürünen topal Lindgren'den söz ediyorum; onun ayaklarında da aynı deriden mevcut.
Küçük, itaatkar gözleri, kısa sakallı suratına işlemiş bulunan ıztırabı ifade etme gücüne sahip değildi. Ona her zaman rastlamışızdır ve her zaman rastlaşıyoruz, biz onu görmüyoruz, sanki o, - hayatımızın ayrılmaz bir parçasıymış gibi. Ayaküstü kurumuş eline bir kaç kurul atıyoruz - ne de olsa onun da yaşaması lazım.
Bu yaşlı hakkında herkes sadece şunu biliyor: o, bu dünyada mevcut. İşte bu yüzden, ben onun hakkında bildiklerimin hepsini anlatacağım.
Bu yaşlıda nedense hoş ve sakinleştirici bir yön bulunduğundan, onunla sohbet etmek hoşuma gidiyordu, işte bu yüzden sık sık durarak onunla konuşuyordum. Onun önünde bu kadar sık durduğum için çevrede dolaşanlar öyle zannede bilirlerdi ki, güya o benim zavallı bir akrabamdır. Ancak bu doğru değil. Sülalemizde dilenci yok, kısmetimize düşen derdi kederi metanetle karşılamış ve bu konuyu çevremize ifşa etmemiş insanlarız biz. Bunun dışında, bir de o nedenle durarak onunla sohbet ediyordum ki, kendisini sefil, kimsesiz biri olarak hissetmesin, onun da konuşacak konusu bulunsun.
Aramızda öyle derin bir uçurum olduğunu kesinlikle hissetmiyordum, sıklıkla düşünüyordum: eğer aniden benim de ayaklarım kurusaydı ve böyle yerde sürünseydim, böyle bir kaderin benim kısmetime nasip olduğuna hiç bir şekilde şaşırmaz ve kızmazdım. Demek, bizim aramızda her neyse ortak bir yön vardı.
Bir sonbahar akşamında adet olduğu üzere aşıkların randevulaştığı parkta onunla karşılaştım. Burada kimse kalmamasına rağmen o, fenerin altında, ışığın aydınlattığı yerde elini açarak uzanmıştı, büyük ihtimalle, anladığım kadarıyla bu işlerin nasıl yürüdüğünden habersizdi ve nerede olsa elini açarak uzanıyordu veya belki de bu civarda yaşıyordu. Az önce yağmur yağmıştı, yerde gölmeçeler oluşmuştu. Lindgren'in üstü tamamen kirlenmişti, çok yorgun ve hasta gibi görünüyordu.
- Eve gitme zamanı gelmedi mi, Lindren? - diye sordum - Artık geç oldu.
- Evet, - diye yanıt verdi - galiba zamanı geldi.
- Ben biraz sizi geçiririm. Nerede oturuyorsunuz?
Adresini söyledi ve anlaşıldı ki, neredeyse yan yana oturuyoruz ve yolumuz aynı.
Çapraz sokağı geçtik.
- Yolu geçerken korkmuyor musunuz? - sordum.
- Hayır, ne diyorsunuz - yanıt verdi - herkes bana çok dikkate yaklaşıyor. Dün polis benim için araçları durdurdu. Tabi, o, hızlı olmamı istedi ancak bunda şaşılacak bir şey yok. Hayır, hayır! Burada herkes beni tanıyor ve herkes bana alışmış.
Biz yavaş yavaş yolumuza devam ettik. Her adımda durmak zorunda kalıyordum, çünkü bana yetişemiyordu. Yağmur çiselemeye başladı. Evine, yuvasına kavuşmaya çalışan yorgun hayvan gibi kirli elleriyle taşlara tutunup vücudunu öne sürükleyerek yerde sürünüyordu.
Ancak o da benim gibi bir insandı, konuşuyor, iç çekiyordu. Karanlık olduğundan ve ancak tek tük fenerler yandığından onu iyi görmüyordum, ancak duyuyordum, tüm gücüyle eri kalmamaya çalıştığını ve ifade edilemeyecek kadar büyük bir keder ile azap çektiğini hissediyordum.
- Lindgren, kendi kaderinizden hiç mi şikayetçi değilsiniz? - diye sordum - herhalde o sık sık size acı olarak geliyordur?
- Hayır, - yanıt verdi - Evet, herhalde siz şaşıracaksınız, açıkçası ben şöyle düşünüyorum ki, benim kaderim başkalarının düşündüğü kadar zor değil. Her şeye alışıyorsun. Zira ben böyle doğdum. Diyelim öyle bir insan var ki, sağ salim doğmuş ve aniden durduğu yerde onun başına böyle bir iş geliyor, işte bak bu daha kötü. Yok, aslında iyice düşünürsem herhangi bir şikayetim yok. Muhtemelen daha kötü durumda yaşayan insanlar da var. Çeşitli felaketler var, bense sakince yaşıyorum - kader bana karşı merhametlidir. Aslına bakarsak, hayatta ben ancak iyi şeyleri görüyorum.
- Nasıl yani? - ben şaşırdım.
- Evet, ben ancak iyi insanlarla karşılaşıyorum, ancak onlar bana para vermek için duruyorlar. Geri kalanları hakkında herhangi bir söz söyleyemem, zira onlar benim yanımdan doğruca geçip gidiyorlar.
- Lindgren, görüyorum ki, her şeyi iyiye yormayı başarıyorsunuz! - gayri iradi tebessüm ettim.
- Neden? Bu böyle. - ciddi şekilde itiraz etti. - Ve bunu değerlendirmek gerek.
Gerçekten de onun sözlerine ciddi yaklaştım. Anladım ki, o haklı, - ne mutlu hayatta ancak iyi şeyleri gören insanlara.
devam edecek...
diğer hikayeyi şubat'ta başlayıp ta ağustos'a kadar sündürdüğüm, oldukça geç bitirdiğim için bu hikayeyi aynı akibete uğratmamaya ve bir an önce bitirmeye kararlıyım. bugün bitirmeyi planlıyorum inş. zira elden kalan elli yıl kalıyor.