tavşan vahşeti
`Birgün, geri çeviremeyeceğim birisi, bana bir tavşan yavrusu armağan etti—hem de iki kez: birincisi ilk günün sabahına ölü çıkınca, ikincisini getirdi. Ben de ‘tavşan beslemeğe’ başladım. Ama ne yapmam gerektiğini bilemiyordum—örneğin, ne versem hemen büyük bir hızla yiyip bitiriyordu: bu yararlı mıydı; neyi ne zaman ne kadar yedirmeliydim?... Gidip Eminönü’ndeki ‘pet’ dükkânlarına sordum, “Tavşan Besleyene Kılavuz” gibi birşey var mı, diye; “Yok” dediler. Dönüş vapurunda, kafamdan geçen çeşitli düşünceler (... “havuç sever”... “güney balkonu”... “tahta kutular içinde”... “günde bir tane verebilirim”... gibi) arasından “Tavşan besleyen havuç da yetiştirmelidir.” tümcesi çıktı. Bu hoşuma gitti; bir de eğretileyebileceğim bir alan açtı; sonradan ‘aynı minval üzre’ yazdığım tümcelerle bütünlediğim kitabın ilk tümcesi oldu—tavşanımı, artık başedemediğim bir hale gelince, götürüp profesyonel yetiştirici olan birilerine verip bırakmak zorunda kaldıktan sonra, bütünlendi, yayımlandı.`
daha önce birkaç kez belirttiğim üzere, türkiye edebiyatı ile ilgili bir kitapsever değilim. aslında bir bütün olarak türkiye kültürüyle.
bu yüzden birçok yazarı/ şairi tanımıyorum, bilmiyorum, ilgilenmiyorum. varlıklarından sadece denk gelirsem haberdar oluyorum, o da bir kısmının.
oruç aruoba isimli bu şair/ yazardan da uzun yıllar önce ekşi`de yazarken haberdar olmuştum. tavşan beslemiş olması hasebiyle, tam olarak tavşan trajedisi nedeniyle.
yukarıdaki alıntı kendisinin bir röportajından.
cümle cümle inceleyeceğim:
`Birgün, geri çeviremeyeceğim birisi, bana bir tavşan yavrusu armağan etti—hem de iki kez: birincisi ilk günün sabahına ölü çıkınca, ikincisini getirdi.`
tavşan yavrusu hediye edilmiş bu zata, emanet edilmemiş, sahiplenilmemiş, armağan/ hediye edilmiş, bu noktada daha yazının başındayken zatın mentalitesini, hayvan haklarına yönelik bakış açısını anlamış bulunuyoruz, bu zata göre hayvanlar can değil, mal. satılabilir, hediye edilebilir, yazının sonunda göreceğimiz üzere terk edilebilir.
`ilk yavru ölü çıkınca, ikincisini getirdi` - duygusuzluk, hayvanı can değil, mal olarak görme hali artık had safhada burada. `ölü çıkınca` ve `ikincisini getirdi`, duyup duyabileceğim en duygusuz iki ifade hayvanlara yönelik.
`tavşanımı, artık başedemediğim bir hale gelince, götürüp profesyonel yetiştirici olan birilerine verip bırakmak zorunda kaldıktan sonra, bütünlendi, yayımlandı.` -
tavşanını artık başedemeyeceği bir hale gelince götürüp damızlık/ et/ mezbaha vs türü bilumum sömürü düzeni içinde üretim/ satış/ kesim vs vs yapan profesyonellik peçesi ile saklanan bu sömürü yerine terk ediyor.
daha sonra zavallı güzelim, alıştığı evden, canlıdan ayrılarak eziyet göreceği yere terk edilen - bir eşya gibi - hem de eskimiş - bu tavşancana dair, yıllar boyu gelir ve ün elde edeceği kitabını yayınlıyor.
tavşancanla ilgili kendisini üne kavuşturan, kendisiyle özdeşleşen bir şiirinde de `patatesi/ elmayı daha kalın soymak demektir tavşan beslemek` gibi, hayvan sevgisinden bihaber varlıkları etkileyebilecek, ancak hayvan hakları savunucuları gibi hayvan sevgisini ve haklarını özümsemiş, her zerresinde hiss eden, kendisini bu sosyal sorumluluğa vakfeden insanlar için bu cümle yalnızca üzücü ve irrite edicidir, zira zat burada yine elmanın, patatesin kendisini değil, kabuklarını reva görmektedir evinde kendisi ile yaşayan bir canlıya.
şiirin tamamını okumadım, herhangi bir edebi değeri haiz olduğunu düşünmüyorum okuduğum kadarıyla.
perihan mağden, hayvanlarına bakamayanlardan nefret ediyorum der, ancak göz göre göre bir canlının ölümüne sebep olanlara ne diyeceğimi hakikaten bilmiyorum diye de ekler.
aynı durumdayım bu şahısla ilgili ve aynı konumda.
dünyasını değişmiş, bir canlıya bu tür bir akıbeti reva gören bu zat için ifade edebileceğim olumlu bir düşüncem yok.
bilakis, sonsuzluğa giden bir olumsuz duygu ve düşünceler silsilesi içindeyim kendisine karşı.
savaş ay için de aynısını hissetmiştim.
yaşarken kendi dışımızdaki, canlılara da sevgi ve şefkat gösterelim, ki olumlu anılalım. bu şekilde değil.