luigi pirandello etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
luigi pirandello etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ocak 2015 Cuma

genel kültür

edebiyatı çok seviyor olmam hasebiyle, özellikle nobel ödüllü (ödülü siyasi görüşleri ile değil, gerçekten eserleriyle hakederek alanlar dahil, diğerleri hariç, örn. orhan pamuk - nobel ödül tarihinin en haksız ödül sahibi) yazarların hikayelerini epey beğenerek okumakta ve herkesin okumasını istemekteyim. maalesef türkiye gibi gerçek edebiyata önem verilmeyen bir ülkede nobel ödüllü çok sayıda yazarın eserlerinin türkçeye kazandırılmamış olduğunu farketmiş bulundum uzun bir süre önce. ben de değerli yazar luigi pirandello'nun bir hikayesini ilk kez türkçeye azericesinden gönüllü surette çevirerek kazandırmış oldum bundan 1,5 sene önce. azerbaycan'da bu değerli yazarın tüm kitapları hem oyunlar, hem de hikayeleri çevrilmiş ve yayınlanmıştır, azerbaycan'da edebiyata çok önem verilir. hikaye linkte okunabilir, okutturulabilir: LUİGİ PİRANDELLO - SES
buna ek olarak, söz konusu yazarın türkçeye kazandırılmamış 15 kitapta 15'er olmak üzere toplam 225 hikayesinin ya gönüllü yada profesyonel olarak türkçeye kazandırılmasını önerdim hem buradan, hem de ekşisözlük'ten italyanca bilen herkese. bu sene bu güzel haberi almış olduğuma epey sevindim bu yüzden, aylak adam yayınlarından siyah şal adıyla değerli yazarın ilk hikaye kitabı çıkmış oldu bu sene.
umarım devamı gelir, tüm hikaye kitapları çevrilir ve yayınlanır türkiye'de.
"siyah şal" isimli bu kitabı herkese öneririm, bu önemli yazarın hikayeleri ile de tanışmak, bu derinliği yakalamak, gerçek edebiyata gark olmak için. mutlaka satın alıp okuyun, güzel bir kitap. oyunlarına aşina olanların hikayelerini de beğenerek okuyacağından eminim.

film olarak epey uzun bir süre önce izlediğim norveç sinemasının güzel örneklerinden Den brysomme mannen ve yakın zamanda izlediğim japon sinemasının muhteşem örneklerinden joze to tara to sakana tachi'yi öneririm. kore ve japon sineması, iran ve bağımsız avrupa sinemasını beğenmekte ve takip etmekteyim.

müzik olarak son dönemde massive attack dinliyorum sıklıkla, diğerlerinin yanısıra.

özellikle soundtrack'ler çok ilgimi çekiyor, mesleki veya sosyal sorumluluk çalışmalarımda sürekli dinlediğim, konsantre olmamı sağlayan çok sayıda film ve dizi soundtrack'i mevcut.
oldboy, dexter, nip/tuck gibi...

en beğendiğim diziler listesi de bu şekilde, sırasıyla:

nip/tuck
dexter
desperate housewives
gilmore girls
hannibal
scrubs


  


15 Haziran 2013 Cumartesi

Luigi Pirandello - Ses Hikayesi (ilk kez yayınlanıyor)

Nobel Ödüllü İtalyan Yazar Luigi Pirandello (1867 - 1936)
Luigi Pirandello Nobel Ödüllü edebiyatçılar arasında en çok sevdiğim yazarlardan olup, Nobel ödüllü yazarların hikayelerini çok beğenmem hasebiyle, kendisinin çok sayıda roman ve piyesinin yanı sıra aynı muhteşemlikte yazdığı hikayelerini özellikle sevmekteyim. İtalyan asıllı Luigi Pirandello, 1867 - 1936 yılları arasında yaşadı, ölümünden iki yıl önce Nobel Ödülünü kazandı, dünya edebiyatına olağanüstü güzellik ve değerde eserleriyle hizmet etti. Bu değerli edebiyatçının çok sayıda dile çevrilen, ancak nedense Türkçeye kazandırılmayan hikayeleri "Novelle Per Un Anno" (Bir Yıl İçin Öyküler) adlı  15 kitapta, her kitapta 24 hikaye mevcut olmak üzere toplamıştır. 


Çok küçük yaşlardan itibaren, okul öncesinde kitap okumaya başlamış bir kitapsever olarak, Pirandello edebiyatından hikayelerin Türkçeye kazandırılmamış olması nedeniyle, Türk edebiyatseverlerin bu eserlerden mahrum kalmaması, edebiyat adına kazanım olacağı nedeniyle Türkiyeli kitap çevirmenlerine, ilgili yazarın hikayelerini de Türkçeye çevirerek (ya gönüllü yada profesyonel olarak) edebiyata hizmet etmelerini önermekteyim. 
Nobel ödüllü yazarların Türkçeye kazandırılmamış söz konusu hikayelerinden bazılarını, her ne kadar mesleğimle bir bağlantısı bulunmasa da, edebiyatseverlerin bu eserleri okuyarak, bilinç dünyalarını genişletmeleri amacıyla Türkçeye Azericeden gönüllü olarak çevirerek bu blog'da, ilgili sayfada yayınlayacağım. Söz konusu eserler tarafımdan Türkçeye tamamen edebiyata hizmet etmek amacıyla, gönüllü surette kazandırılmış olup, çeviriden kaynaklanan tüm fikri hakları tarafıma aittir, fikri haklar yasası çerçevesinde koruma altındadır, hiç bir şekilde kopyalanamaz, alıntılanamaz, link verilse dahi, çeviri metni kısmen/tamamen başka bir mecrada yayınlanamaz. İlgili eserleri okumaları için blog'a link vererek, yönlendirme yapabilirsiniz. 


                                                                                ***
                                                                              SES 

Markiza Borgi, ölümünden bir kaç gün önce, her şeyden çok, vicdanı rahat etsin diye, tahminen bir yıl önce kör olan oğlu Silvio'yu doktor Junio Falci'ye de göstermek istedi. İtalya ve yurt dışından en ünlü göz hekimleri Silvio'yu muayene etmiş, hepsi de onun iyileşmesi mümkün olmayan glokom hastalığına yakalandığını söylemişlerdi. 
Doktor Junio Falci yakın bir zamanda sınavı kazanarak göz kliniğinin müdürü olarak atanmıştı. Ancak her zaman yorgun, dikkati dağınık biri olarak göründüğü için mi, yoksa tuhaf görünümünden, zamanından önce açılmış olan kocaman kafasını arkaya atarak yavaşça, el kolunu oynata oynata yürüdüğünden dolayı mı bilinmez ama kimsenin ne saygısını, ne de sevgisini kazanmıştı. Kendisi bunu anlıyor, ama hiç rahatsız olmuyordu. Doktor öğrencilerine ve hastalarına onları yorup bıktıran, zor ve bezdirici sorular yöneltip duruyordu. 
Markiza Borgi'nin daveti üzerine evi ziyaret eden doktor, annenin diğer doktorların görüşleri ve tedavi yöntemleri hakkındaki sohbetini hemen hemen hiç dinlemeden, dikkatlice çocuğun gözlerine baktı. Bu glokom muydu? Hayır, hayır, o, bu gözlerde söz konusu hastalığın temel belirtilerini görmedi. Her şeyden önce, bunun katarakt denilen hastalığın çok nadir ve ilginç bir çeşidi olduğu kanısına vardı. Ama markiza Borgi'de en ufak bir ümit bile uyandırmamak adına fikrini açıkça söylemek istemedi. Doktor bu ilginç durumun kendisinde uyandırdığı büyük merakı saklayarak, hastayı bir kaç ay sonra tekrar muayene edeceğini söyleyerek gitti. 

Doktor gerçekten de geldi. Ancak markiza Borgi'nin Prati di Castello'daki yeni yapılı, her daim boş olan sokakta bulunan villasının açık kapısında büyük bir izdiham fark etti: markiza Borgi gece aniden vefat etmişti. 
Şimdi o ne yapacaktı? Geri mi dönseydi acaba? Falci, eğer geçen sefer gencin hastalığının glokom olduğuna inanmadığını söyleseydi, belki de bu zavallı anne çocuğunu iyileşemez bir kör olarak bırakıp gitmez, dünyadan ümitsiz bir durumda göçüp gitmezdi diye düşündü. Öyleyse, madem kendisi anneyi teskin edemedi, en azından bu ümitle hiç olmazsa onun oğlunu, yeni, beklenmeyen bir derde düşmüş bulunan genci avutmak için çabalayamaz mıydı? 
Doktor villaya girdi. Burada devam eden kargaşa içinde bir hayli bekledikten sonra, siyah elbise giymiş, çok ciddi, hatta sert görünümlü sarışın bir kız kendisini tanıttı. Bu, merhum markizanın yakın yardımcılarından birisiydi. Doktor Falci gelme sebebini açıkladı, yoksa bu ziyaret anlamsız görünürdü. Bu sırada kız inanmadığını belli eden yapay bir merakla sordu: 
- Gençler de katarakta yakalanır mı?
Falci doğrudan onun gözlerinin içine baktı, sonra alaylı bir tebessümle, sanki dudakları ile değil de, bakışları ile söylercesine:
- Neden olmasın sinyorina? Ruhen her zaman, eğer seviyorlarsa. Maalesef, aynı zamanda fiziksel açıdan da. 
Sinyorina iyice sertleşti, sohbeti keserek, markiz böyle ağır bir durumdayken onunla konuşmanın mümkün olmadığını, ama biraz sakinleştikten sonra kendisine bu ziyaretten bahsedeceğini ve hiç kuşku yok ki, markizin onu tekrar çağıracağını belirtti. 
Üç ay da geçti. Doktor Junio Falci çağrılmadı. 
        
                                                           ***

Tabi ki, doktorun ilk ziyareti merhum markizada olumsuz intibalar uyandırmıştı. Genç markizin yardımcısı ve gözetmeni olan sinyorina Lidia Venturi bunu iyi biliyordu. Ancak gereğinden fazla ikrah hissi uyandıran bu doktordan nefret ettiği için, Falci'nin ta en baştan markizaya oğlunu iyileştirebileceğine dair ümit verseydi, markizanın onun hakkında kötü düşüncede olmayacağını dikkate almamıştı.
Kendisi ise doktorun ikinci ziyaretini, markizanın öldüğü gün gelerek hastalığa dair düşüncesini bildirme amacını, şanssız ve mutsuz bir insana umut vermek istemesini dolandırıcılıktan daha beter olarak kabul ediyordu. Ayrıca, genç markiz görüldüğü üzere, kendi mutsuz kaderine razı gelmişti. Annesinin ani ölümünden sonra o, kendi körlüğünün karanlığı dışında, içsel bir karanlık da hissetti, bu koyu karanlık karşısında ise herkes kördür. Gören insanlar en azından çevrelerine göz atarak dikkatlerini bu içsel karanlıktan çekebilirler, ama o yapamaz. Çünkü o hayatta kör olduğu gibi, ölümde de kördü. Annesi şu anda onu soğuk karanlık içinde korkunç bir boşlukta tek başına bırakarak sessizce yok olmuştu.
Aniden o, zarf, titrek ışığa benzer, son derece tatlı bir ses duydu (bu sesi tanımıyordu). Genç markiz korkunç boşlukta dolaşan varlığı ile bu sese sarıldı.
Sinyorina Lidia onun için sesten başka bir şey değildi, ama son aylarda markizaya herkesten daha yakın olmuştu. Markiza da oğluna Lidia hakkında (Silvio bunu iyi hatırlıyordu) söz ederken, hayırsever, düşünceli, kültürlü ve eğitimli olduğuna değinir, güzel tavırlı biri olduğunu belirtirdi. Şimdi Lidia ona yardım ederken, onunla ilgilenirken Lidia'yı aynen annesinin bahsettiği şekilde tasavvur ediyordu.
Lidia, ilk günden markizanın annelere özgü bir bencillikle, kendi mutsuz oğluna teselli olsun diye onu işe aldığından şüphelenmişti. Lidia, çok kırılsa da, gururlu davranmaya karar vermişti. Ama markiz annesinin ölümünden sonra, gözyaşları içinde onun elinden tutarak, güzel, solgun bir yüzle: "beni bırakma, bırakma" diye yalvardığında, Lidia onun zarafeti ve zavallılığı karşısında mağlup olarak tereddüt etmeden yaşamını ona adamaya karar verdi.
Günler geçti, markiz körlere özgü cesaretsiz, ancak inatçı ve sıkıcı bir ilgiyle Lidia'yı bıktırmaya başladı. Markiz onu kendi karanlığından "görmeye", onun sesini kalbinde bir suret gibi canlandırmaya çalışıyordu.
İlk başlarda boş ve anlamsız sorular yöneltiyordu. Lidia okurken ve konuşurken onu nasıl hayal ettiğini söylüyordu:
- Sarışınsın, değil mi?
- Evet.

Sarışındı, ancak sert ve seyrek saçları teninin koyu rengiyle ilginç bir uyumsuzluk oluşturuyordu. Bunu ona nasıl söylesin? Bir de ne gerek vardı?
- Gözlerin de mavi, doğru mu?
- Evet.

Mavi, ancak koyu ve kederliydi, hem de çukurlaşmıştı. Bunu ona nasıl söylesin? Bir de ne gerek vardı?
O, güzel değildi, ancak vücudu güzeldi. Elleri ve sesi ise gerçekten güzeldi. Özellikle, uyumsuz görüntüsüne, mağrur ve kederli yüzünce yakışmayan sesi çok ahenkli, tatlıydı.
Lidia, markizin kendisini, sihirli sesine aşık olduğu için, inatçı sorularına aldığı cesaretsiz yanıtlara göre hayal ettiğini anlıyordu. Ayna karşısında kendisini markizin uydurduğu haliyle, kendi karanlığında oluşturduğu suret olarak görmeye çalışıyordu. Şimdi onun sesi de kendi dudaklarından değil, markizin hayal ettiği dudaklardan dökülüyordu. Gülüyordu, ancak bu gülüşün kendisine ait olmadığını hemen anlıyordu. Kendi gülüşünü markizin oluşturduğu gülüşe benzetmeye çalıştığını hissediyordu. Lidia tüm bunlardan dayanılmaz bir acı çekiyor, utanıyordu. Lidia, kendi gerçek kimliğini kaybettiğini, bu acıma ve üzüntü nedeniyle zamanla kendi kendine ihanet ettiğini düşünüyordu. Yalnızca üzüntü mü? Hayır, bu artık sevgiydi. Şimdi markiz onunla gereğinden fazla ilgilendiğinde, ellerini ellerinden, yüzünü yüzünden alamıyordu...
Son olarak, Lidia zor olsa da, bir karar verdi. Genç markizin annesi-babası yoktu, kendi başına karar verebiliyordu, bu yüzden ne istese yapardı. Ancak insanlar Lidia'nın zengin olmak için, markiza olmak için onun mutsuzluğundan yararlandığından söz etmez miydi? Elbette ederlerdi. Bundan da söz ederlerdi, hatta başka şeylerden de... Ancak başka türlü bu evde nasıl kalabilirdi. Bu kör genci insanların nefretine terk ederek, iyilikten, ilgiden mahrum bırakmak merhametsizlik olmaz mıydı? Tabi ki, tabi ki Silvio ile evlenmek onun için büyük bir mutluluktu. Ama Lidia vicdanı karşısında kendisini bu mutluluğa layık görüyordu, çünkü onu seviyordu. Üstelik kendisi için en büyük mutluluk, markizi açıkça sevebilmesi, onu tamamen kendisinin olarak görmesi olurdu. Lidia onun yolunda kendi yaşamından bile vazgeçmeye hazırdı. Markiz ise görmüyordu, kendi mutsuzluğundan başka hiç bir duygusu yoktu. Ama o çok güzeldi, oldukça güzeldi! Kız gibi zarifti. Şimdi Lidia markiz fark etmeden ona bakarak, tatlı hayallere dalıp düşünebilirdi: "İşte, sen benimsin, çünkü kendini görmüyorsun, kendinden haberin yok. Çünkü sen kendi mutsuzluğunun esirisin, görmek için, duymak için bana muhtaçsın".
Ancak markizin teklifini kabul etmeden önce, onun hayal ettiği gibi olmadığını açıkça anlatmak gerekmez miydi? Ya susmak onu kandırmak anlamına gelmez mi? Evet, bu anlama gelir! Ama markiz kördü, bu yüzden ona Lidia'nın kalbi gibi şefkatli bir kalp ve hayalinde oluşturduğu güzellik yeterliydi. Bir de Lidia çirkin değildi.
Üstelik güzel bir kadın, belki de mutsuzluğundan yararlanarak onu her konuda kandırabilirdi. Şimdi bu gence, onun hiç bir zaman göremeyeceği güzel yüzden ziyade, seven, şefkatli bir kalp gerekliydi.

                                                                   ***
Uzun tereddütten sonra düğün günü belirlendi. Düğün şaşaadan uzak, çok yakın bir tarihte, markizanın 6. ayı geçince yapılacaktı. Bu törenin gerekli hazırlıklarını yapmak için Lidia'nın bir buçuk ay gibi bir zamanı vardı. Bu büyük mutluluk günleri idi. Zaman, kurulacak olan yuvanın hoş tasaları ve zarif incelikleri içinde hızla geçiyordu.
Düğünden bir hafta önce, Lidia'ya doktor Junio Falci'nin geldiğini haber verdiler.
O, kendisi de anlamadan:
- Ben evde yokum - demek istedi.
Ancak Silvio fısıltıyı duyup sordu:
- Kim o?
- Doktor Falci - diye tekrarladı hizmetçi.
Lidia dedi:
- Biliyor musun, bu annenin o kötü olaydan bir kaç gün önce davet ettiği doktordur.
- Evet, evet, iyi hatırlıyorum, o, beni dikkatlice muayene etmişti... tekrar geleceğini söylemişti...
- Bekle - diyerek Lidia heyecanla onun lafını kesti. - Dur gidip öğreneyim.
Doktor Junio Falci kocaman, kel kafasını arkaya atıp gözlerini kısarak, tüylü çenesini sıvazlaya - sıvazlaya misafir odasının ortasında duruyordu.
- Oturun, doktor - diye fark ettirmeden içeri giren sinyorina Lidia konuşmaya başladı.
Falci irkilerek reverans yaptı:
- Özür dilerim, eğer...
Lidia heyecanla, sinirli bir şekilde ondan önce davrandı:
- Sizi gerçekten şimdiye kadar çağırmadılar, çünkü...
- Belki benim şimdiki ziyaretim de yersizdir - diye Falci hafif kinaye ile gülümsedi. Kusura bakmayın, sinyorina.
- Yok, neden? Tam tersine... Lidia kızardı.
- Muhtemelen siz hayal bile edemezsiniz ki, zavallı bir alim için bazı hastalık halleri ne kadar ilginç olabilir. Ancak ben size gerçeği söylemek istiyorum, sinyorina. Bu hastalık bana ilginç görünse de, açıkçası onu tamamen unutmuştum. Dün arkadaşlarımla sohbet ederken, markiz Borgi ile düğününüz olacağını duydum. Doğru mu, sinyorina?
Lidia bembeyaz oldu ama bozuntuya vermeden başını oynattı.
- İzin verin sizi tebrik edeyim. Ancak biliyor musunuz o zaman benim aklıma eğer yanılmıyorsam, birçok ünlü meslektaşımın hastalıktan glokom olarak bahsettiği geldi. Sizi temin ederim ki, bu teşhis ilk bakışta gerçek gibi duruyor. Ancak ben eminim ki, oğlunu muayene ettiğim sırada markiza onu benim meslektaşlarıma gösterseydi, onlar da kolayca bunun glokom olmadığını tespit ederlerdi. Bu böyle. Ben aynı zamanda ikinci, o uğursuz ziyaretimi de hatırladım ve düşündüm ki, sinyorina, siz önce markizanın ani ölümü ile yaşadığınız heyecandan, sonra ise bu hayırlı işin sevincinden herhalde benim ziyaretimi unuttunuz, doğru mu, unuttunuz?
- Hayır - diyerek doktorun uzun, bıktırıcı monologundan ıztırap duyan Lidia sertçe onun sözünü kesti.
- Yaa, demek hayır?
- Hayır - diye kesin bir şekilde tekrarladı. - Sizin ziyaretinizden sonra markiza oğlunun iyileşeceğine çok az inanmaya başladı, özür dilerim, açıkçası, tamamen ümidini kaybetti. Bunu ben iyi hatırlıyorum.
Falci hızlıca itiraz etti:
- Ama ben markizaya söz etmedim, oğlunun hastalığının bana göre...
- Doğru, bundan bana söz ettiniz - Lidia yine onun sözünü kesti - Ama ben de markiza gibi...
- Ya az inanıyordunuz yada hiç inanmıyordunuz, öyle mi? Farketmez - diye Falci onun cümlesini tamamladı.-  Mesele şu ki, siz benim ziyaretimi markize bildirmemişsiniz, sebebini ise...
-Hemen değil.
- Ya sonra?
-Sonra da değil, çünkü...
Doktor Falci elini kaldırdı:
- Anlıyorum. Sevgi ortaya çıkmış ve... Affedersiniz, sinyorina. Sevginin kör olduğu bilinen bir gerçek ancak siz gerçekten sinyor markizin sevgisinin bu derecede, hatta fiziksel açıdan da kör olmasını ister miydiniz?
Lidia bu adamın sarsıcı soğukkanlılığı karşısında dayanamayacağını, benliğini iğrenç bir şüpheden koruyamayacağını, tekebbürünü devam ettiremeyeceğini hissediyordu. Bu yüzden yine belli etmeyerek, yüzeysel bir sakinlikle sordu:
- Demek siz markizin görebileceğini söylüyorsunuz?
- Acele etmeyin, sinyorina - Falci yine elini havaya kaldırdı. - Ben her şeye gücü yeten Allah değilim. Sinyor markizin gözlerine sadece bir kez baktım ve bence glokom değil. Bu yüzden en azından küçük bir şüphe veya ümit doğurabilecek olan bu düşünce, elbette eğer nişanlınızın kaderi sizin için önemliyse, ziyaretimi kendisine bildirmeniz için yeterli olurdu diye düşünüyorum.
- Ya sizin şüpheleriniz doğru olmasaydı, eğer ümit boşa çıksaydı, o zaman? - Lidia aceleyle, heyecanlı şekilde konuşuyordu. - O zaman siz, kendi mutsuz kaderiyle barışmış olan bir kalbi tekrar amansızca sarsmaz mıydınız?
- Hayır, sinyorina, - Falci ciddi, sakin bir şekilde yanıt verdi, - Ben bu kez davetsiz ziyaretimi hekimlik borcu olarak görüyorum. Çünkü burada sohbet, eğer bilmek isterseniz, sadece hastalıktan değil, daha ciddi bir şeyden, örneğin vicdandan gidiyor.
- Siz şüpheleniyorsunuz... - Lidia onun sözünü kesmek istedi. Ancak Falci ona fırsat vermedi:
- Siz kendiniz şimdi, beni ikna etmeyen bir mazeretle, ziyaretim hakkında markize söz etmediğinizi belirttiniz.- diye sözüne devam etti. - Bu mazeretin beni ikna etmeme sebebi, şahsıma hakaret olarak kabul etmem değil, sebep şu ki, bana inanıp inanmamak sizin değil, markizin bileceği iştir. Dinleyin, sinyorina, belki de çok detaycı davranıyorum, ama demek isterim ki, markiz kliniğime gelirse, ondan herhangi bir karşılık beklenmeyecektir. Orada markize bilimin imkan tanıdığı seviyede şefkat ve özen gösterilir. Bundan sonra ziyaretimi markize bildirmenizi rica etsem, bu gereğinden fazla cesaretli bir davranış olur mu?
Lidia kalktı.
- Acele etmeyin, - Falci de kalktı ve her zamanki görünümüne büründü.
- Sizi temin ederim, ikinci ziyaretim hakkında markize söz etmeyeceğim. Tam tersine, eğer arzu ederseniz, ben kendim ona derim ki, siz düğünden önce gelmemi ısrarla talep etmişsiniz.
Lidia sinirli bir şekilde tam onun gözlerinin içine baktı:
- Siz her şeyi olduğu gibi açıkça konuşacak mısınız? Hayır, ben kendim konuşacağım.
-Neyi, bana inanmadınız mı?
- Evet!
Falci omuzlarını silkerek gülümsedi:
-Siz işleri daha da bozabilirsiniz. Ben bunu istemezdim. Tam tersine siz benim ziyaretimi düğünden sonraya erteleseniz, inanın, ben buna da anlayış gösterirdim.
-Hayır, - Lidia heyecandan boğuluyordu, o, doktorun görünürdeki iyi niyetinin sebebini anlıyordu, bu yüzden kıp kırmızı kızarmıştı. İtiraz etti ve içeri girmesini işaret etti.
Silvio Borgi Lidia'yı sabırsızlıkla bekliyordu.
-Silvio, bu doktor Falci'dir, - diyerek Lidia içeri girdi. - Biz orada bir konuyu tartışıyorduk. Hatırlıyor musun, doktor ilk ziyaretinde bir daha geleceğini belirtmişti, doğru mu?
- Evet, - diye Borgi yanıt verdi. - İyi hatırlıyorum, doktor!
-Sen bilmiyorsun, ama annenin öldüğü gün doktor geldi. O benimle konuştu ve dedi ki, onun görüşüne göre, senin hastalığın diğer hekimlerin söz ettiği hastalıktan değil. Bu nedenle doktor diyor ki, sen iyileşebilirsin. Ben bu konudan sana bahsetmedim...
- Ama neden öyle diyorsunuz, sinyorina? - Falci aceleyle ekledi. - Biliyor musunuz, ben geçen sefer kendi şüphelerimi çok karışık, dumanlı şekilde belirtmiştim, sinyorina anlaşılan benim sözlerimi size teselli olarak algılamış, bu nedenle o kadar da önem vermemiş.
Lidia derhal mağrur şekilde söyledi:
- O zaman ben böyle düşündüm, ancak o, başka türlü düşünüyor. - Silvio, doktor Falci ikinci ziyareti hakkında ben bilerek sana söz etmediğimden şüpheleniyor.
Şimdi o, karşılıksız hizmet teklif etmek için kendisi senin yanına geldi. Şimdi sen de doktor gibi seninle evlenmek için gözünün açılmasını istemediğimi düşünebilirsin.
- Ne diyorsun, Lidia? - diye bağırdı markiz.
- Tabi, - Lidia tuhaf bir şekilde güldükten sonra, konuşmasına devam etti, - Belki de bu düşünce doğrudur, zira ben seninle yalnız bu şekilde evlenebilirdim...
-Sen neler söylüyorsun? - Borg onun konuşmasını yarıda bıraktı.
-Silvio, eğer doktor Falci gözlerini açarsa, sen kendin her şeyi anlayacaksın. Ben sizi yalnız bırakayım.
-Lidia, Lidia, - Borgi bağırdı.
Ancak kız kapıyı arkasınca çarparak odadan çıkmıştı.
Lidia yüzüstü yatağa attı kendini, sinirinden yastığı ağzına basarak hüngür - hüngür ağladı. Biraz sakinleştikten sonra, sanki kendisi kendi vicdanından korkmuştu. Bu doktorun soğukkanlılıkla söylediklerini, çok uzun zaman önce kendi kendine söylediğini düşündü. Daha doğrusu, sanki kimse sürekli bu sözleri içinden ona söylüyordu, ama o duymazlıktan geliyordu. Evet, o her zaman Falci'yi hatırlıyordu. Her defasında doktorun hayali bir sitem gölgesi gibi canlandığında, "dolandırıcı" diyerek sinirli bir şekilde onu kendisinden uzaklaştırmıştı. Çünkü o istiyordu, - tabi, bu nasıl inkar edilebilir? - elbette Silvio'sunun kör olarak kalmasını istiyordu. Çünkü Silvio'nun körlüğü onların sevgisi için gerekli koşuldu. Zira yarın gözleri açılsa, güzel, genç adam, zarif markiz onunla ne sebeple evlenirdi? Belki duyduğu minnettarlık için? Belki acıyacağı için?
Tabi ki, hayır. Peki neden? Hayır, hayır! Silvio bunu istese bile, hayır! O bunu kabul edebilir miydi? Demek o, Silvio'yu seviyordu ve sevgiden başka hiç bir şey gerekmezdi? Demek, Lidia sevgisini, saadetini onun mutsuzluğunda, beraatini ise hayatını kör adama adamakta görüyordu? Peki, bu şekilde, belli etmeden kendi vicdanını satmaya, cinayete, başka birinin mutsuzluğu üzerinde mutluluk kurmaya gelip çıkılabilir mi? Doğru, Lidia o zaman gerçekten düşmanı olan bu doktorun bir mucize göstererek Silvio'sunun gözlerini açabileceğine inanmıyordu. O, buna şimdi de inanmıyordu. Ancak neden susuyordu? Doktora inanmadığı için mi? Belki de, doktorun şüphelerinin doğru çıkması halinde, bu, Silvio için ümit ışığı, kendisi içinse, tam tersine ölüm, sevgisinin ölümü olacağından.
Lidia şimdi bile sevgisinin Silvio'nun mutluluğunu temin edeceğine inanıyordu. Şimdi bile bir mucize sayesinde Silvio'nun gözü açılsa, ne bu güzel nimetlerin, ne malın mülkün, ne de başka bir kadının sevgisinin Lidia'nın kaybedilmiş sevgisinin yerini tutacağına inanıyordu. Ancak tüm bunlar yalnız kendisi için inandırıcı idi. Silvio içinse değil. Eğer Lidia yanına giderek ona şöyle söyleyebilseydi: "Silvo, ya görmeği ya da beni seçmen lazım" - o, elbette sorardı: Peki, sen neden beni kör bırakmak istiyorsun?". Elbette yalnız şu nedenle: Lidia'nın mutlu olması yalnızca bu şekilde, Silvio'nun mutsuzluğu pahasına mümkün olabilirdi.
Aniden, sanki birisi onu çağırıyormuş gibi yerinden sıçrayarak kalktı. Acaba, doktor hala orada mıydı? Acaba o neler söylüyordu? Silvio ne düşünüyordu? Parmaklarının ucuna basarak daha yeni çarptığı kapıya yaklaşıp dinlemek istedi, ancak kendisini durdurdu. İşte, şimdi o kapının dışında kalmıştı. Şimdi kendisi bu kapıyı kendi yüzüne ebediyen kapatmıştı. Peki, doktorun o iğrenç, mide bulandıran teklifini kabul edebilir miydi? Olayı öyle bir hale getirmişti ki, doktor düğünden sonra gelmeyi teklif ediyordu. Eğer, Lidia buna rıza gösterseydi... Hayır! Hayır! Tüm vücudu bu iğrenç, mide bulandıran fikirden sarsıldı. Bu nasıl çirkin bir alışveriş, nasıl iğrenç bir yalan olurdu!

Lidia kapının açıldığını duyarak irkildi. Gayri iradi kendisini Falci'nin geçeceği koridora attı.
- Sinyorina, ben sizin gereğinden fazla açık sözlülükle söylediğiniz sözleri tasdik ettim. Kendi teşhisimin doğruluğundan eminim. Markiz sabah benim kliniğime gelecek. Şimdi ise gidin, gidin, o sizi bekliyor. Sağlıcakla kalın.

Lidia ıztırap içinde, gözlerinde anlamsız, boş bir ifade ile doktoru koridorun sonuna kadar geçirdi. Sonra kendisini çağıran Silvio'nun sesini duydu. Onu dehşetli bir telaş sardı, gözleri karardı, az kala düşüyordu.
Gözyaşlarını durdurmak için elleri ile yüzünü kapatarak onun yanına kaçtı.

Silvio yatağında oturmuş, ellerini ona doğru uzatmıştı. Lidia yaklaşınca onu sıkıca sardı, çılgıncasına kendi mutluluğundan bahsetmeye başladı, gözlerinin açılmasını yalnız onun için, güzel, değerli hayat arkadaşını görmek için istediğini söyledi:
-Peki, neden ağlıyorsun? Bak, görüyor musun, ben de ağlıyorum. Ah, nasıl da mutluyum! Ben seni göreceğim!.. Seni göreceğim! Ben göreceğim!
Onun her bir sözü Lidia için ölüme bedeldi. Ama markiz sevinçli olmasına rağmen, Lidia'nın gözyaşlarının farklı bir sebebi olduğunu anlamıştı. Silvio ona, geçen sefer kendisinin de doktorun sözlerine inanmayacağından, tabi ki, inanmayacağından söz etti. Bu yüzden bu konu hakkında düşünmek yeter. Artık neye göre üzüleceğiz? Zira bugün bayram! Def olsun keder üzüntü, tüm düşünceler! Şimdi o gerçekten mutlu olacaktı, çünkü kendi hayat arkadaşını görecekti! Şimdi yuvalarını süslemek için Lidia da daha rahat olacaktı, onun daha çok zamanı vardı. Bu yuva bir hayal gibi güzel olmalıydı. Markiz gözlerini ilk kez bu yuvayı görmek için açacaktı. O, klinikten gözlerinin kapalı çıkacağına, gözünü burada, kendi yuvalarında açacağına söz verdi:
- Konuş, biraz konuş! Beni tek başına konuşturma.
- Yoruldun mu?
- Hayır... Bu sesi bir daha duymak istiyorum, bir daha sor: "Yoruldun mu?". Senin sesini, bu dudaklardan kopan sesi öpebilir miyim?
- Evet...
- Şimdi ise konuş, evimizi - yuvamızı nasıl yapacağından bahset!
-Nasıl?
- Evet, şimdiye kadar sana bunu sormadım. Hayır, hayır, şimdi de bilmek istemiyorum, onu sen yapacaksın. O, benim için ilginç, mest edici bir yer olacak... Ben gözlerimi açıp yalnız seni göreceğim, yalnız seni!

Lidia hüngür-hüngür ağlamaktan kendisini alıkoydu. Biraz kendine geldi. Silvio'nun önünde diz çöküp onun kollarının arasında, sanki kulağına fısıldarcasına, hiç bir zaman o günkü kadara tatlı ve etkileyici olmamış sesiyle ona sevgisinden söz etmeye başladı. Ama Silvio mest olarak, onu kucağında sıkıp, bırakmayacağı ile korkuttuğunda Lidia dikeldi, sanki kendi üzerinde kazandığı zaferle gururlanırmış gibi toparlandı. İşte, şimdi o, Silvio'yu ömürlük kendisine bağlayabilirdi. Ama hayır, o, bunu yapamazdı, çünkü onu seviyordu.

Gece yarısına kadar Lidia onu kendi sesiyle büyüledi. O, halen inanıyordu ki, Silvio kendisine aittir, inanıyordu, zira o, şimdilik karanlıktaydı. Bu karanlıkta Lidia'nın Silvio tarafından uydurulan hayali görüntüsü güzel bir ümit gibi parlıyordu.
Ertesi gün, Silvio'yu tekerlekli sandalyede kliniğe kadar geçirdi, ayrılırken, adeta bir kırlangıç gibi çalışmaya başlayacağını belirtti:
-Sen göreceksin!

İki gün boyunca dehşetli bir heyecan içinde cerrahi işlemlerin sonucunu bekledi. Ameliyatın başarıyla sonuçlandığını öğrendiğinde ise boş kalan odaları dolaştı. Silvio için gerekli her şeyi büyük bir muhabbetle hazırlayarak haber gönderdi ki, bir anlık bile olsa kendisini görmek için acele eden Silvio'dan bir kaç gün daha beklemesini istiyor. Kendisini ziyaret etmeme sebebi ise heyecanlanmasını önlemek... Doktor izin vermiyor...

- Doktor izin veriyor mu? Tamam, o zaman Lidia gelir.


Lidia eşyasını topladı, Silvio'nun hastaneden çıkmasına bir gün kala, onun gözüne gözükmemek, hayalinde hiç olmazsa bir ses gibi yaşamak için çıkıp gitti. Silvio ise karanlıktan çıktıktan sonra, herhalde bu sesi boş yere, çok sayıda dudakta arayacaktı. 


earthlings'e ait tüm eserler ve çeviri metinleri fikri haklar yasası çerçevesinde koruma altında olup, söz konusu kanun hükümlerine ve işbu uyarıya rağmen hukuka aykırı olarak bu ve diğer tüm eserlerinin kopyalanması, alıntılanması, başka bir mecrada yayınlanması halinde fikri hak ihlali nedeniyle hukuki yola başvurulacağını ve fikri hak ihlali gerçekleştirerek intihal yapan şahıslara hukuki çerçevede, yasalar gereği yaptırım uygulatılacağını önemine binaen bir kez daha belirtirim. 
işbu uyarı earthlings'in hem ekşisözlük, hem de bu blog'da yayınladığı tüm eserleri için (yazı/görsel) geçerlidir. 

21 Şubat 2013 Perşembe

Luigi Pirandello - Ses Hikayesi (daha önce yayınlanmadı)

Nobel Ödüllü İtalyan Yazar Luigi Pirandello (1867 - 1936)
Luigi Pirandello Nobel Ödüllü edebiyatçılar arasında en çok sevdiğim yazarlardan olup, Nobel ödüllü yazarların hikayelerini çok beğenmem hasebiyle, kendisinin çok sayıda roman ve piyesinin yanı sıra aynı muhteşemlikte yazdığı hikayelerini özellikle sevmekteyim. İtalyan asıllı Luigi Pirandello, 1867 - 1936 yılları arasında yaşadı, ölümünden iki yıl önce Nobel Ödülünü kazandı, dünya edebiyatına olağanüstü güzellik ve değerde eserleriyle hizmet etti. Bu değerli edebiyatçının çok sayıda dile çevrilen, ancak nedense Türkçeye kazandırılmayan hikayeleri "Novelle Per Un Anno" (Bir Yıl İçin Öyküler) adlı  15 kitapta, her kitapta 24 hikaye mevcut olmak üzere toplamıştır. 


Çok küçük yaşlardan itibaren, okul öncesinde kitap okumaya başlamış bir kitapsever olarak, Pirandello edebiyatından hikayelerin Türkçeye kazandırılmamış olması nedeniyle, Türk edebiyatseverlerin bu eserlerden mahrum kalmaması, edebiyat adına kazanım olacağı nedeniyle Türkiyeli kitap çevirmenlerine, ilgili yazarın hikayelerini de Türkçeye çevirerek (ya gönüllü yada profesyonel olarak) edebiyata hizmet etmelerini önermekteyim. 
Nobel ödüllü yazarların Türkçeye kazandırılmamış söz konusu hikayelerinden bazılarını, her ne kadar mesleğimle bir bağlantısı bulunmasa da, edebiyatseverlerin bu eserleri okuyarak, bilinç dünyalarını genişletmeleri amacıyla Türkçeye Azericeden gönüllü olarak çevirerek bu blog'da, ilgili sayfada yayınlayacağım. Söz konusu eserler tarafımdan Türkçeye tamamen edebiyata hizmet etmek amacıyla, gönüllü surette kazandırılmış olup, çeviriden kaynaklanan tüm fikri hakları tarafıma aittir, fikri haklar yasası çerçevesinde koruma altındadır, hiç bir şekilde kopyalanamaz, alıntılanamaz, link verilse dahi, çeviri metni kısmen/tamamen başka bir mecrada yayınlanamaz. İlgili eserleri okumaları için blog'a link vererek, yönlendirme yapabilirsiniz. 
http://www.turseng.com/2013/06/luigi-pirandello-ses-hikayesi-ilk-kez.html - hikayenin devamı bu linkte okunabilir. henüz tamamlanmadı, 2 sayfa daha mevcut çevirisini yapacağım.


                                                                                ***
                                                                              SES 

Markiza Borgi, ölümünden bir kaç gün önce, her şeyden çok, vicdanı rahat etsin diye, tahminen bir yıl önce kör olan oğlu Silvio'yu doktor Junio Falchi'ye de göstermek istedi. İtalya ve yurt dışından en ünlü göz hekimleri Silvio'yu muayene etmiş, hepsi de onun iyileşmesi mümkün olmayan glokom hastalığına yakalandığını söylemişlerdi. 
Doktor Junio Falchi yakın bir zamanda sınavı kazanarak göz kliniğinin müdürü olarak atanmıştı. Ancak her zaman yorgun, dikkati dağınık biri olarak göründüğü için mi, yoksa tuhaf görünümünden, zamanından önce açılmış olan kocaman kafasını arkaya atarak yavaşça, el kolunu oynata oynata yürüdüğünden dolayı mı bilinmez ama, kimsenin ne saygısını, ne de sevgisini kazanmıştı. Kendisi bunu anlıyor, ama hiç rahatsız olmuyordu. Doktor öğrencilerine ve hastalarına onları yorup bıktıran, zor ve bezdirici sorular yöneltip duruyordu. 
Markiza Borgi'nin daveti üzerine evi ziyaret eden doktor, annenin diğer doktorların görüşleri ve tedavi yöntemleri hakkındaki sohbetini hemen hemen hiç dinlemeden, dikkatlice çocuğun gözlerine baktı. Bu glokom muydu? Hayır, hayır, o, bu gözlerde söz konusu hastalığın temel belirtilerini görmedi. Herşeyden önce, bunun katarakt denilen hastalığın çok nadir ve ilginç bir çeşidi olduğu kanısına vardı. Ama, markiza Borgi'de en ufak bir ümit bile uyandırmamak adına fikrini açıkça söylemek istemedi. Doktor bu ilginç durumun kendisinde uyandırdığı büyük merakı saklayarak, hastayı bir kaç ay sonra tekrar muayene edeceğini söyleyerek gitti. 
Doktor gerçekten de geldi. Ancak markiza Borgi'nin Prati di Kastello'daki yeni yapılı, her daim boş olan sokakta bulunan villasının açık kapısında büyük bir izdiham fark etti: markiza Borgi gece aniden vefat etmişti. 
Şimdi o ne yapacaktı? Geri mi dönseydi acaba? Falchi, eğer geçen sefer gencin hastalığının glokom olduğuna inanmadığını söyleseydi, belki de bu zavallı anne çocuğunu iyileşemez bir kör olarak bırakıp gitmez, dünyadan ümitsiz bir durumda göçüp gitmezdi diye düşündü. Öyleyse, madem ki, kendisi anneyi teskin edemedi, en azından bu ümitle hiç olmazsa onun oğlunu, yeni, beklenmeyen bir derde düşmüş bulunan genci avutmak için çabalayamaz mıydı? 
Doktor villaya girdi. Burada devam eden kargaşa içinde bir hayli bekledikten sonra, siyah elbise giymiş, çok ciddi, hatta sert görünümlü sarışın bir kız kendisi tanıttı. Bu, merhum markizanın yakın yardımcılarından birisiydi. Doktor Falchi gelme sebebini açıkladı, yoksa bu ziyaret anlamsız görünürdü. Bu sırada kız inanmadığını belli eden yapay bir merakla sordu: 
- Gençler de katarakta yakalanır mı?
Fachi doğrudan onun gözlerinin içine baktı, sonra alaylı bir tebessümle, sanki dudakları ile değil de, bakışları ile söylercesine:
- Neden olmasın sinyorina? Ruhen her zaman, eğer seviyorlarsa. Maalesef, aynı zamanda fiziksel açıdan da. 
Sinyorina iyice sertleşti, sohbeti keserek, markiz böyle ağır bir durumdayken onunla konuşmanın mümkün olmadığını, ama biraz sakinleştikten sonra kendisine bu ziyaretten bahsedeceğini ve hiç kuşku yok ki, markizin onu tekrar çağıracağını belirtti. 
Üç ay da geçti. Doktor Junio Falchi çağrılmadı. 
        
                                                           ***

Tabi ki, doktorun ilk ziyareti merhum markizada olumsuz intibalar uyandırmıştı. Genç markizin yardımcısı ve gözetmeni olan sinyorina Lidia Venturi bunu iyi biliyordu. Ancak gereğinden fazla ikrah hissi uyandıran bu doktordan nefret ettiği için, Falchi'nin ta en baştan markizaya oğlunu iyileştirebileceğine dair ümit verseydi, markizanın onun hakkında kötü düşüncede olmayacağını dikkate almamıştı.
Kendisi ise doktorun ikinci ziyaretini, markizanın öldüğü gün gelerek hastalığa dair düşüncesini bildirme amacını, şanssız ve mutsuz bir insana umut vermek istemesini dolandırıcılıktan daha beter olarak kabul ediyordu. Ayrıca, genç markiz görüldüğü üzere, kendi mutsuz kaderine razı gelmişti. Annesinin ani ölümünden sonra o, kendi körlüğünün karanlığı dışında, iç bir karanlık da hissetti, bu koyu karanlık karşısında ise herkes kördür. Gören insanlar en azından çevrelerine göz atarak dikkatlerini bu iç karanlıktan çekebilirler, ama o yapamaz. Çünkü, o hayatta kör olduğu gibi, ölümde de kördü. Annesi şu anda onu soğuk karanlık içinde korkunç bir boşlukta tek başına bırakarak sessizce yok olmuştu.
Aniden o, zarf, titrek ışığa benzer, son derece tatlı bir ses duydu (bu sesi tanımıyordu). Genç markiz korkunç boşlukta dolaşan varlığı ile bu sese sarıldı.
Sinyorina Lidia onun için sesten başka bir şey değildi, ama son aylarda markizaya herkesten daha yakın olmuştu. Markiza da oğluna Lidia hakkında (Silvio bunu iyi hatırlıyordu) söz ederken, hayırsever, düşünceli, kültürlü ve eğitimli olduğundan söz eder, güzel tavırlı biri olduğunu belirtirdi. Şimdi Lidia ona yardım ederken, onunla ilgilenirken Lidia'yı aynen annesinin bahsettiği şekilde tasavvur ediyordu.
Lidia ilk günden markizanın annelere özgü bir bencillikle, kendi mutsuz oğluna teselli olsun diye onu işe aldığından şüphelenmişti. Lidia çok kırılsa da, gururlu davranmaya karar vermişti. Ama markiz annesinin ölümünden sonra, göz yaşları içinde onun elinden tutarak, güzel, solgun bir yüzle: "beni bırakma, bırakma" diye yalvardığında, Lidia onun zarafeti ve zavallılığı karşısında mağlup olarak tereddüt etmeden yaşamını ona adamaya karar verdi.
Günler geçti, markiz körlere özgü cesaretsiz, ancak inatçı ve sıkıcı bir ilgiyle Lidia'yı bıktırmaya başladı. Markiz onu kendi karanlığından "görmeğe", onun sesini kalbinde bir suret gibi canlandırmaya çalışıyordu.
İlk başlarda boş ve anlamsız sorular yöneltiyordu. Lidia okurken ve konuşurken onu nasıl hayal ettiğini söylüyordu:
- Sarışınsın, değil mi?
- Evet.

Sarışındı, ancak sert ve seyrek saçları teninin koyu rengiyle ilginç bir uyumsuzluk oluşturuyordu. Bunu ona nasıl söylesin? Bir de ne gerek vardı?

- Gözlerin de mavi, doğru mu?
- Evet.

Mavi, ancak koyu ve kederliydi, hem de çukurlaşmıştı. Bunu ona nasıl söylesin? Bir de ne gerek vardı?
O, güzel değildi, ancak vücudu güzeldi. Elleri ve sesi ise gerçekten güzeldi. Özellikle, uyumsuz görüntüsüne, mağrur ve kederli yüzünce yakışmayan sesi çok ahenkli, tatlıydı.
Lidia, markizin kendisini, sihirli sesine aşık olduğu için, inatçı sorularına aldığı cesaretsiz yanıtlara göre hayal ettiğini anlıyordu.


devam edecek... 

iş, sosyal sorumluluk, sosyal/özel hayat yoğunluğu içinde zaman buldukça hikayenin devamını çevirerek ekleyeceğim. bu yeni ve farklı çeviri hobime daha sık zaman ayırmaya çalışacağım. bu hikayeyi tamamen çevirip bitirdikten sonra diğer nobel ödüllü yazarların türkçeye çevrilmemiş bulunan ve tarafımdan sevilen bir kaç eserini de çevirerek blog'da yayınlayacağım inşallah. 


earthlings'e ait tüm eserler ve çeviri metinleri fikri haklar yasası çerçevesinde koruma altında olup, söz konusu kanun hükümlerine ve işbu uyarıya rağmen hukuka aykırı olarak bu ve diğer tüm eserlerinin kopyalanması, alıntılanması, başka bir mecrada yayınlanması halinde fikri hak ihlali nedeniyle hukuki yola başvurulacağını ve fikri hak ihlali gerçekleştirerek intihal yapan şahıslara hukuki çerçevede, yasalar gereği yaptırım uygulatılacağını önemine binaen bir kez daha belirtirim. 
işbu uyarı earthlings'in hem ekşisözlük, hem de bu blog'da yayınladığı tüm eserleri için (yazı/görsel) geçerlidir.