11 Temmuz 2015 Cumartesi
BAŞLIKSIZ YAZI - BEN BU YAZIYI KENDİME YAZDIM
üniversite hayatım epey zor geçmişti, okul çok zordu, sürekli ders çalışıyordum. bazen final dönemlerinde üç günde sadece yarım saat, o da onlarca not, kitap ve kanunun serili olduğu kanepenin ancak yarısına kıvrılarak, cenin pozisyonunda olmak üzere uyuduğum vakiydi.
her neyse, epey az uyuyor, hayatım her anını ders çalışarak geçiriyordum. özellikle bir hayli verimli olan geceler çok değerliydi benim için. çok geç saatlere kadar çalışıp geç uyuduğum için sabah namazlarına kalkamadığım günler oluyordu. yine sabah namazına kalkamadığımız bir günde çok yakın bir arkadaşım (ki, kendisi aynı zamanda liseden arkadaşımdı, üniversite döneminde de farklı okullarda olsak da aynı yurtta kalıyorduk) durup dururken şöyle dedi: "ya biz acaba gerçekten inanmıyor muyuz namazı kaçırdığımız için cehennemde yanacağımıza, yani düşünsene, kesin olarak böyle ateşlerde cayır cayır yanacağız. buna gerçekten inansak mutlaka ne olursa olsun sabah kalkmaz mıydık namaza? nasıl ki, örn. sınavımız olduğunda mutlaka hemen kalkıyoruz, hiçbir şekilde uyuduğumuz için sınavı kaçırmıyoruz, çünkü sınava gitmezsek dersten kalacağımızı biliyoruz, o zaman nasıl oluyor da namazı kaçırırsak yanacağımızı bildiğimiz halde sabah kalkmıyoruz?".
ben de açıkçası epey bir sinirli ve zor bir insanım. hele de üniversite döneminde ders stresinden iyice ruh gibi dolaşıyorum ortalıklarda, aklımda sadece okul var. bu arkadaş böyle söyleyince, doğal olarak çok kızdım, "yaaaa ne diyorsun, saçma saçma konuşuyorsun. yok, inanmıyor muyuz gerçekten acaba, bilmem ne. saçmalama ya, öf, tabi ki, inanıyoruz, ne alakası var inançla, kalkmak istiyoruz ama geç uyuduğumuz için kalkamıyoruz, olabilir. zaten kazasını kılıyoruz" diye bayağı bir kızdım, bağırdım.
okul bitti tabi, iş hayatı başladı. yıllar geçti, ben hayvan hakları savunucusu bir hukukçu oldum. hayvanların dertlerini dert edindim, hayvan hakları için hem mesleki, hem de sosyal sorumluluk anlamında uğraşmaya başladım. ancak sıklıkla bu arkadaşın bu beni zamanında bir hayli sinirlendiren lafları aklıma geliyor. şöyle ki, tüm dünyada her çeşit hayvana yapılan binlerce eziyet, işkence, zulüm, ölüm varken ben bir hayvan hakları savunucusu olduğum halde nasıl üzüntüden kahrolmuyorum, nasıl canlar için uğraşsam da bir taraftan normal yaşamıma devam edebiliyorum? canlar bu dehşetengiz işkencelere tabi kalırken ben nasıl yiyip içip gezip dolaşabiliyor, mutlu olabiliyor, gülüp konuşabiliyorum? şu anda bile binlerce can mezbahalarda, kürk endüstrisinde, deney, av, sirk, v.s. gibi onlarca alanda kelimenin tam anlamıyla işkence görürken ben nasıl günlük yaşamımı sürdürebiliyorum. yoksa gerçekten çok üzülmüyor muyum? yani, bu normal değil ki...
milyonlarca can halihazırda eziyet görmeye devam ederken mutlu olabilmem, eğlenebilmem, özetle yaşamımı normal bir şekilde devam ettirebiliyor olmam normal değil. yani, eğer çok çok üzülüyor, gerçekten tam anlamıyla o canların çektiği acıları kendi bedenimdeymiş gibi hissedebiliyor olsam, şu anda oturup bunu yazmak yerine eziyet görmelerini fiili anlamda engellemem gerekmez miydi? örn. onlara eziyet edilen yerleri yıkmam, canlara eziyet edenleri bertaraf etmem, canları hukuki veya bilinçlendirme çalışmaları yaparak değil, doğrudan fiili olarak, eylemde bulunmak suretiyle kurtarmam gerekmez miydi? yoksa gerçekten o kadar üzülmüyor muyum?
son zamanlarda o bir zamanlar kızdığım arkadaşımın cümleleri kulağımda yankılanıp duruyor, bu sefer farklı bir konuya uyarlanmış olarak: hayvan haklarına...
gerçekten bir canlının ellerine ayaklarına kaynar katran dökülüp canlı canlı kaynar suda haşlandığı, bir canlının insan refahı için zehirlenerek öldürülmek suretiyle deneylere tabi tutulduğu, bir diğerinin başına sivri aletlerle vurularak kürkü için öldürüldüğü vs. binlerce işkencenin yapıldığı veya yapılmaya devam edeceği bir dünyada normal yaşantıma hiçbir olay olmamış gibi devam edebiliyor olmam hiç normal değil.
ankara'da 4 aylık yavru tavşana tecavüz edip, belini ve iki kolunu kırarak öldüren 13 yaşlarında bir geberik pislik "çocuk" ve aynı geberiklikte annesi sırf hayvanları koruma kanununun tck kapsamında değil, kabahatler kanunu kapsamında olması hasebiyle yaptırımsız kaldı. bu durumda eziyetle öldürülen o zavallı gözümün bebeği yavru tavşancanın kanının yerde kalmasına nasıl göz yumabildim, nasıl bu iki pisliğe fiili yaptırım uygulamadan durabildim. o kadar üzülmemiş miydim yoksa?! hakkında sadece şikayet dilekçesi yazıp hukuki yaptırım uygulatmak için uğraşacak kadar mı üzülmüştüm sadece? kanını yerde koymayacak kadar değil yani, öyle mi?!
mesele şu ki, hayvan hakları ihlallerine çok fazla üzülüyor olsak da, canımızdan can gitmediği, o eziyetler doğrudan bize yapılmadığı için "O KADAR" çok üzülmüyoruz. sadece şikayet edip hukuki yaptırım uygulatmaya çalışacak ve bilinçlendirme çalışması yapacak kadar üzülüyoruz, öcünü alacak kadar, fiili yaptırım uygulayacak kadar değil. harekete geçip canları fiili olarak kurtaracak kadar değil. çünkü o acıyı yaşayan bizim bedenimiz değil.
6:21'e dikkat. beni etkileyen bir an o an.