#stopyulin2015 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#stopyulin2015 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ocak 2020 Salı

VEGAN HİNGAL - VEQAN XİNGAL



vegan xingal veqan xingal hingal 

VEGAN HİNGAL

TÜRKÇE 

Çeşitli sebzelerle sebze bulyonu hazırlanır. Ayrı bir kapta nohut ıslatılıp şişmeye bırakılır. 3-4 saat sonra kaptan alınıp bir tencerede sebze bulyonuyla birlikte kaynamaya bırakılır.
Un, su ve tuzla birlikte katı bir hamur yoğrulur ve incecik yayılır. Daha sonra eşit küçük kareler – 5`er cmlik şeklinde kesilir. 
Unla karışıtırılıp birbirine yapışması önlenir. Elekte silkelenip fazla undan arındırılır. Kaynamakta olan nohutlu sebze bulyonuna bırakılır. Kaynamaya devam eder.
Bir kapta soya kıyması hazırlanır. Soya kıymasının üzerine sıcak su eklenip üzeri kapatılır. Beklemeye bırakılır.
Bir tavada soğan kavrulur, doğranmış dereotu ve sıcak suda bekletilmiş olan soya kıyması eklenip karıştırılır.
Pişmeye bırakılır. Hepsi piştikten sonra tuz ve karabiber serpilir.
Tencerede haşlanmakta olan nohutlu hingal kepçe yardımıyla bir tabağa alınır ve üzerine soya kıymalı bu karışımdan konulur.
Malzemeler: Tek kişilik: yarım bardak soya kıyması, 1 bardak sıcak su, 1 bardak buğday unu, yarım bardak nohut, 1 yemek kaşığı zeytinyağı, yarım soğan, isteğe bağlı dereotu, tuz ve karabiber. Vegan yoğurtla servis edilir.




VEQAN XİNGAL

AZERİCE

Müxtəlif tərəvəzlərlə tərəvəz bulyonu hazırlanır. Ayrı bir qabda noxud isladılıb şişməyə qoyulur. 3 – 4 saat sonra qabdan götürülərək bir qazanda tərəvəz bulyonuyla birgə qaynamağa buraxılar.
Un, su və duzla birgə bərk bir xəmir yoğrular. və nazik qaydada yayılar. Daha sonra bərabər kiçik dördbucaqlar – 5 smlik şəklində kəsilər.
Unla qarışdırılıb bir birinə yapışmasının qarşısı alınar.
Ələkdə silkələnib artıq undan arıtlanar. Qaynamaqda olan noxudlu tərəvəz bulyonuna buraxılar. Qaynamağa davam edər.
Bir qabda soya qiyməsi hazırlanar. Soya qiyməsinin üstünə isti su əlavə edilib üstü örtülər. Gözləməyə buraxılar.
Bir tavada soğan qovrular, doğranmış şüyüd və isti suda gözlədilmiş olan soya qiyməsi əlavə edilib qarışdırılar.
Bişməyə buraxılar. Hamısı bişəndən sonra duz və qara istiot səpilər.
Qazanda qaynamaqda olan noxudlu xingal çömçə vasitəsiylə bir boşqaba alınar və üstünə soya qiyməli bu qatışıqdan qoyular.
Ərzaq: Bir nəfərlik: Yarım stəkan soya qiyməsi, 1 stəkan isti su, 1 stəkan buğda unu, yarım stəkan noxud, 1 yemək qaşığı zeytun yağı, yarım soğan, istəyə görə şüyüd, duz və qara istiot. Veqan qatıqla süfrəyə verilir.

11 Temmuz 2015 Cumartesi

BAŞLIKSIZ YAZI - BEN BU YAZIYI KENDİME YAZDIM


üniversite hayatım epey zor geçmişti, okul çok zordu, sürekli ders çalışıyordum. bazen final dönemlerinde üç günde sadece yarım saat, o da onlarca not, kitap ve kanunun serili olduğu kanepenin ancak yarısına kıvrılarak, cenin pozisyonunda olmak üzere uyuduğum vakiydi. 
her neyse, epey az uyuyor, hayatım her anını ders çalışarak geçiriyordum. özellikle bir hayli verimli olan geceler çok değerliydi benim için. çok geç saatlere kadar çalışıp geç uyuduğum için sabah namazlarına kalkamadığım günler oluyordu. yine sabah namazına kalkamadığımız bir günde çok yakın bir arkadaşım (ki, kendisi aynı zamanda liseden arkadaşımdı, üniversite döneminde de farklı okullarda olsak da aynı yurtta kalıyorduk) durup dururken şöyle dedi: "ya biz acaba gerçekten inanmıyor muyuz namazı kaçırdığımız için cehennemde yanacağımıza, yani düşünsene, kesin olarak böyle ateşlerde cayır cayır yanacağız. buna gerçekten inansak mutlaka ne olursa olsun sabah kalkmaz mıydık namaza? nasıl ki, örn. sınavımız olduğunda mutlaka hemen kalkıyoruz, hiçbir şekilde uyuduğumuz için sınavı kaçırmıyoruz, çünkü sınava gitmezsek dersten kalacağımızı biliyoruz, o zaman nasıl oluyor da namazı kaçırırsak yanacağımızı bildiğimiz halde sabah kalkmıyoruz?".
ben de açıkçası epey bir sinirli ve zor bir insanım. hele de üniversite döneminde ders stresinden iyice ruh gibi dolaşıyorum ortalıklarda, aklımda sadece okul var. bu arkadaş böyle söyleyince, doğal olarak çok kızdım, "yaaaa ne diyorsun, saçma saçma konuşuyorsun. yok, inanmıyor muyuz gerçekten acaba, bilmem ne. saçmalama ya, öf, tabi ki, inanıyoruz, ne alakası var inançla, kalkmak istiyoruz ama geç uyuduğumuz için kalkamıyoruz, olabilir. zaten kazasını kılıyoruz" diye bayağı bir kızdım, bağırdım.
okul bitti tabi, iş hayatı başladı. yıllar geçti, ben hayvan hakları savunucusu bir hukukçu oldum. hayvanların dertlerini dert edindim, hayvan hakları için hem mesleki, hem de sosyal sorumluluk anlamında uğraşmaya başladım. ancak sıklıkla bu arkadaşın bu beni zamanında bir hayli sinirlendiren lafları aklıma geliyor. şöyle ki, tüm dünyada her çeşit hayvana yapılan binlerce eziyet, işkence, zulüm, ölüm varken ben bir hayvan hakları savunucusu olduğum halde nasıl üzüntüden kahrolmuyorum, nasıl canlar için uğraşsam da bir taraftan normal yaşamıma devam edebiliyorum? canlar bu dehşetengiz işkencelere tabi kalırken ben nasıl yiyip içip gezip dolaşabiliyor, mutlu olabiliyor, gülüp konuşabiliyorum? şu anda bile binlerce can mezbahalarda, kürk endüstrisinde, deney, av, sirk, v.s. gibi onlarca alanda kelimenin tam anlamıyla işkence görürken ben nasıl günlük yaşamımı sürdürebiliyorum. yoksa gerçekten çok üzülmüyor muyum? yani, bu normal değil ki...
milyonlarca can halihazırda eziyet görmeye devam ederken mutlu olabilmem, eğlenebilmem, özetle yaşamımı normal bir şekilde devam ettirebiliyor olmam normal değil. yani, eğer çok çok üzülüyor, gerçekten tam anlamıyla o canların çektiği acıları kendi bedenimdeymiş gibi hissedebiliyor olsam, şu anda oturup bunu yazmak yerine eziyet görmelerini fiili anlamda engellemem gerekmez miydi? örn. onlara eziyet edilen yerleri yıkmam, canlara eziyet edenleri bertaraf etmem, canları hukuki veya bilinçlendirme çalışmaları yaparak değil, doğrudan fiili olarak, eylemde bulunmak suretiyle kurtarmam gerekmez miydi? yoksa gerçekten o kadar üzülmüyor muyum? 
son zamanlarda o bir zamanlar kızdığım arkadaşımın cümleleri kulağımda yankılanıp duruyor, bu sefer farklı bir konuya uyarlanmış olarak: hayvan haklarına...
gerçekten bir canlının ellerine ayaklarına kaynar katran dökülüp canlı canlı kaynar suda haşlandığı, bir canlının insan refahı için zehirlenerek öldürülmek suretiyle deneylere tabi tutulduğu, bir diğerinin başına sivri aletlerle vurularak kürkü için öldürüldüğü vs. binlerce işkencenin yapıldığı veya yapılmaya devam edeceği bir dünyada normal yaşantıma hiçbir olay olmamış gibi devam edebiliyor olmam hiç normal değil.
ankara'da 4 aylık yavru tavşana tecavüz edip, belini ve iki kolunu kırarak öldüren 13 yaşlarında bir geberik pislik "çocuk" ve aynı geberiklikte annesi sırf hayvanları koruma kanununun tck kapsamında değil, kabahatler kanunu kapsamında olması hasebiyle yaptırımsız kaldı. bu durumda eziyetle öldürülen o zavallı gözümün bebeği yavru tavşancanın kanının yerde kalmasına nasıl göz yumabildim, nasıl bu iki pisliğe fiili yaptırım uygulamadan durabildim. o kadar üzülmemiş miydim yoksa?! hakkında sadece şikayet dilekçesi yazıp hukuki yaptırım uygulatmak için uğraşacak kadar mı üzülmüştüm sadece? kanını yerde koymayacak kadar değil yani, öyle mi?! 
mesele şu ki, hayvan hakları ihlallerine çok fazla üzülüyor olsak da, canımızdan can gitmediği, o eziyetler doğrudan bize yapılmadığı için "O KADAR" çok üzülmüyoruz. sadece şikayet edip hukuki yaptırım uygulatmaya çalışacak ve bilinçlendirme çalışması yapacak kadar üzülüyoruz, öcünü alacak kadar, fiili yaptırım uygulayacak kadar değil. harekete geçip canları fiili olarak kurtaracak kadar değil. çünkü o acıyı yaşayan bizim bedenimiz değil.

                                        6:21'e dikkat. beni etkileyen bir an o an.