22 Şubat 2013 Cuma

SÜT DANASI İŞKENCESİ - SÜT DANASI ÜRÜNLERİNİ SATIN ALMAYIN!






katı yem verilmeyerek, sadece sıvı ile besleme şeklinde yetiştirilen, etinin pembe ve beyaz ve de ekstra yumuşak olması için, hareket özgürlüğünün tamamen kısıtlanması dahil türlü eziyetlere maruz bırakılan bir diğer işkence mağduru. market ve çeşitli et satış yerlerinden süt danası almadan önce bu hususların bilinmesi gerekmektedir. sırf kendisi doysa, gözü doymayan, doymakbilmez insanoğlu çeşitli eziyetlere maruz bırakılarak, şoklama yöntemi ile bayıltılmadan acı çekerek kesilen yüz binlerce hayvana rağmen, bunlarla da yetinmeyerek, beyaz ve pembe renkli et yemek istediği için, insanoğlunun lüks ve sınırsız zevkleri uğruna yenidoğan buzağı yavrular doğumdan itibaren bu eziyetlere maruz bırakılmakta, süt danası denen doğumdan ölüme yani, sadece ve sadece zevki uğruna yaşayan insanoğlunun sofrasına gelene kadar acı çekmekte, eziyet görmektedirler. hayvana eziyet sadece ufuk günaydın gibilerin ayakları ile bir canlının canını işkence ile alması demek değildir, sırf lüks yemek uğruna çiftlik hayvanlarının bu acılara maruz bırakılması da hayvana eziyettir.
(bkz: şoklama yöntemi ile acısız kesim)
bu entrynin amacının süt danası denen vahşet hakkında bilinç uyandırma olmasına rağmen, bu entryyi okuyanlar arasında "aaa, eti pembe veya beyazmış süt danalarının, ilginçmiş, ben bunu deneyeyim" diyerek belki bugün bile gidip süt danası alacak insanlar olacağını biliyorum. ama, bu hususları bilmediği için süt danası tüketenler arasında bu yazıyı okuyunca ve bu hususta bilgi sahibi olunca bundan vazgeçecek, süt danası tüketmiyorsa da bu hususta bilgi sahibi olunca süt danası denen vahşetle mücadeleye girişecek insanlar olacağını da biliyorum.

veal - süt danası denen işkence ürünü etin elde edilmesi için danaların doğumdan ölüme maruz kaldıkları eziyetlere dair video. doğdukları anda annelerinden ayrılan bu canlar, bir daha asla kapatıldıkları yerden çıkmıyor, kutu/tabut gibi küçücük yerlerde kapalı/zincirli olarak sabit/hareketsiz kılınıyor, hareket özgürlükleri tamamen ortadan kaldırılıyor. sadece sıvı ile besleniyorlar. sırf insanoğlu beyaz/pembe renkli et yesin diye.
hareketsiz kalmalarının sağlanması adına daracık yerlere hapsedilen canlar

daracık, kımıldayamadan kaldığı yerde bakımsızlıktan tamamen böceklenmiş can
her zaman dendiği gibi, bir söz kalpten çıkıyorsa kalbe gider. kalpten çıkmayan, sadece dilden dökülen söz ise kalbe gitmez, gider duvara yapışır. inşallah, hayvan hakları hakkında yazdığım ve neredeyse sözlükte bir yılımı tamamlamak üzere olduğum şu günlerde sayıca fazla olmasından ötürü bir türlü yazıp bitiremediğim tüm hayvan hakları ihlalleri hakkında yazacağım tüm entryler gerçekten kalbimden çıkar da gider bir kaç duyarlı kalbe girer, bir kaç insan daha bilinçlenir hayvan hakları hususunda, bir kaç insanın daha hayvan hakları savunucusu olmasına vesile olmak, böylece ister çiftlik, ister evcil, ister sirk, isterse de sahipsiz hayvanlar olsun, bir kaç hayvanın kurtulmasına vesile olmak nasip olur tarafıma.

süt danası - veal denen et türünün oluşturulmasında en önemli etken canların hareketsiz kalmalarını sağlayarak kaslarını zayıf kılmak, böylece ekstra yumuşak ve beyaz, pembe et elde etmektir

sıfır hareketi sağlamak için bu zavallı danalar çoğunlukla zincirle sabitleniyorlar

canlı canlı tabut gibi daracık yere hapsedilen bu can insanoğlunun sofrasına gelmek için özel olarak işkencelere tabi tutuluyor

reklam filmlerindeki uçan, kaçan, mutluluktan şarkılar söyleyen, yeşil çimenlerde gezinen danalardan çok farklılar değil  mi? işte realite bu! sofralarınıza bir paket içinde marketten et olarak gelen, vedat milor'un "ben onların canlı olduğunu düşünmüyorum yerken" diye bahsettiği danalar bu canlar. canlılar, et değiller, yaşam hakları var, en az bizim kadar.

*****
blog'da yaptığım ankete göre hakkında en az bilgi sahibi olunan hayvan hakları ihlali, yasal işkence diye nitelediğim, yasalara uygun, ancak etik ve vicdana aykırı, hayvan haklarına uygun olmayan, hayvan hakları savunucuları olarak karşı çıkıp, satın alınmamasını, satılmamasını talep etmemiz, toplumu bu pek bilinmeyen endüstriyel işkencelerden olan SÜT DANASI konusunda bilinçlendirmemiz gerekmektedir.
özetle, her zaman dediğim gibi arz talep eğrisi bu endüstriyel işkencede de geçerli. talep olmazsa arz olmaz. sofralarınıza süt danası diye nitelenen işkence ile elde edilmiş, yukarıdaki resimlerde görüldüğü şekilde üretilmiş et ve et ürünlerini satın almazsanız, arz da edilmez. yani, talep olmazsa arz da olmaz. arzın olmaması ise bu canların bu şekilde işkencelere tabi tutulmayacağı anlamına gelir.
Türkiye de maalesef tüm gelişmemiş, gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerde yasal olarak üretilmekte olan bu süt danası üretimine yer vermektedir. Türkiye'de de bu süt danası denen yasal işkence ürünleri üretilip satılmaktadır.
SÜT DANASINA HAYIR! SÜT DANASI İŞKENCESİNE DUR DİYELİM!
SÜT DANASI VAHŞETTİR! SÜT DANASI ÜRÜNLERİNİ SATIN ALMAYIN!

*****
ÖNEMLİ DUYURU: bu yazı ekşisözlük ve bu blog'da (eski adıyla www.turseng.blogspot.com yeni adıyla www.turseng.com) EARTHLİNGS nick'iyle yazan hayvan hakları savunucusu hukukçuya ait olup, hiç bir şekilde - tamamen veya kısmen - alıntılanamaz, kopyalanamaz, başka bir mecrada yayınlanamaz. toplumu bilinçlendirme amacıyla ilgili yazıdan bahsedilerek, blog linki verilmek suretiyle blog'umuza yönlendirme yapılabilir. blog ve ekşisözlük'teki earthlings'e ait tüm materyallerin hakkı saklıdır ve yalnızca kendisine aittir. tümeserleri fikri haklar yasası çerçevesinde koruma altında olup, söz konusu kanun hükümlerine ve işbu uyarıya rağmen hukuka aykırı olarak bu ve diğer tüm eserlerinin kopyalanması, alıntılanması, başka bir mecrada yayınlanması halinde fikri hak ihlali nedeniyle hukuki yola başvurulacağını ve fikri hak ihlali gerçekleştirerek intihal yapan şahıslara hukuki çerçevede, yasalar gereği yaptırım uygulatılacağını önemine binaen bir kez daha belirtirim. 
işbu uyarı earthlings'in hem ekşisözlük, hem de bu blog'da yayınladığı tüm eserleri için (yazı/görsel) geçerlidir. 

21 Şubat 2013 Perşembe

Luigi Pirandello - Ses Hikayesi (daha önce yayınlanmadı)

Nobel Ödüllü İtalyan Yazar Luigi Pirandello (1867 - 1936)
Luigi Pirandello Nobel Ödüllü edebiyatçılar arasında en çok sevdiğim yazarlardan olup, Nobel ödüllü yazarların hikayelerini çok beğenmem hasebiyle, kendisinin çok sayıda roman ve piyesinin yanı sıra aynı muhteşemlikte yazdığı hikayelerini özellikle sevmekteyim. İtalyan asıllı Luigi Pirandello, 1867 - 1936 yılları arasında yaşadı, ölümünden iki yıl önce Nobel Ödülünü kazandı, dünya edebiyatına olağanüstü güzellik ve değerde eserleriyle hizmet etti. Bu değerli edebiyatçının çok sayıda dile çevrilen, ancak nedense Türkçeye kazandırılmayan hikayeleri "Novelle Per Un Anno" (Bir Yıl İçin Öyküler) adlı  15 kitapta, her kitapta 24 hikaye mevcut olmak üzere toplamıştır. 


Çok küçük yaşlardan itibaren, okul öncesinde kitap okumaya başlamış bir kitapsever olarak, Pirandello edebiyatından hikayelerin Türkçeye kazandırılmamış olması nedeniyle, Türk edebiyatseverlerin bu eserlerden mahrum kalmaması, edebiyat adına kazanım olacağı nedeniyle Türkiyeli kitap çevirmenlerine, ilgili yazarın hikayelerini de Türkçeye çevirerek (ya gönüllü yada profesyonel olarak) edebiyata hizmet etmelerini önermekteyim. 
Nobel ödüllü yazarların Türkçeye kazandırılmamış söz konusu hikayelerinden bazılarını, her ne kadar mesleğimle bir bağlantısı bulunmasa da, edebiyatseverlerin bu eserleri okuyarak, bilinç dünyalarını genişletmeleri amacıyla Türkçeye Azericeden gönüllü olarak çevirerek bu blog'da, ilgili sayfada yayınlayacağım. Söz konusu eserler tarafımdan Türkçeye tamamen edebiyata hizmet etmek amacıyla, gönüllü surette kazandırılmış olup, çeviriden kaynaklanan tüm fikri hakları tarafıma aittir, fikri haklar yasası çerçevesinde koruma altındadır, hiç bir şekilde kopyalanamaz, alıntılanamaz, link verilse dahi, çeviri metni kısmen/tamamen başka bir mecrada yayınlanamaz. İlgili eserleri okumaları için blog'a link vererek, yönlendirme yapabilirsiniz. 
http://www.turseng.com/2013/06/luigi-pirandello-ses-hikayesi-ilk-kez.html - hikayenin devamı bu linkte okunabilir. henüz tamamlanmadı, 2 sayfa daha mevcut çevirisini yapacağım.


                                                                                ***
                                                                              SES 

Markiza Borgi, ölümünden bir kaç gün önce, her şeyden çok, vicdanı rahat etsin diye, tahminen bir yıl önce kör olan oğlu Silvio'yu doktor Junio Falchi'ye de göstermek istedi. İtalya ve yurt dışından en ünlü göz hekimleri Silvio'yu muayene etmiş, hepsi de onun iyileşmesi mümkün olmayan glokom hastalığına yakalandığını söylemişlerdi. 
Doktor Junio Falchi yakın bir zamanda sınavı kazanarak göz kliniğinin müdürü olarak atanmıştı. Ancak her zaman yorgun, dikkati dağınık biri olarak göründüğü için mi, yoksa tuhaf görünümünden, zamanından önce açılmış olan kocaman kafasını arkaya atarak yavaşça, el kolunu oynata oynata yürüdüğünden dolayı mı bilinmez ama, kimsenin ne saygısını, ne de sevgisini kazanmıştı. Kendisi bunu anlıyor, ama hiç rahatsız olmuyordu. Doktor öğrencilerine ve hastalarına onları yorup bıktıran, zor ve bezdirici sorular yöneltip duruyordu. 
Markiza Borgi'nin daveti üzerine evi ziyaret eden doktor, annenin diğer doktorların görüşleri ve tedavi yöntemleri hakkındaki sohbetini hemen hemen hiç dinlemeden, dikkatlice çocuğun gözlerine baktı. Bu glokom muydu? Hayır, hayır, o, bu gözlerde söz konusu hastalığın temel belirtilerini görmedi. Herşeyden önce, bunun katarakt denilen hastalığın çok nadir ve ilginç bir çeşidi olduğu kanısına vardı. Ama, markiza Borgi'de en ufak bir ümit bile uyandırmamak adına fikrini açıkça söylemek istemedi. Doktor bu ilginç durumun kendisinde uyandırdığı büyük merakı saklayarak, hastayı bir kaç ay sonra tekrar muayene edeceğini söyleyerek gitti. 
Doktor gerçekten de geldi. Ancak markiza Borgi'nin Prati di Kastello'daki yeni yapılı, her daim boş olan sokakta bulunan villasının açık kapısında büyük bir izdiham fark etti: markiza Borgi gece aniden vefat etmişti. 
Şimdi o ne yapacaktı? Geri mi dönseydi acaba? Falchi, eğer geçen sefer gencin hastalığının glokom olduğuna inanmadığını söyleseydi, belki de bu zavallı anne çocuğunu iyileşemez bir kör olarak bırakıp gitmez, dünyadan ümitsiz bir durumda göçüp gitmezdi diye düşündü. Öyleyse, madem ki, kendisi anneyi teskin edemedi, en azından bu ümitle hiç olmazsa onun oğlunu, yeni, beklenmeyen bir derde düşmüş bulunan genci avutmak için çabalayamaz mıydı? 
Doktor villaya girdi. Burada devam eden kargaşa içinde bir hayli bekledikten sonra, siyah elbise giymiş, çok ciddi, hatta sert görünümlü sarışın bir kız kendisi tanıttı. Bu, merhum markizanın yakın yardımcılarından birisiydi. Doktor Falchi gelme sebebini açıkladı, yoksa bu ziyaret anlamsız görünürdü. Bu sırada kız inanmadığını belli eden yapay bir merakla sordu: 
- Gençler de katarakta yakalanır mı?
Fachi doğrudan onun gözlerinin içine baktı, sonra alaylı bir tebessümle, sanki dudakları ile değil de, bakışları ile söylercesine:
- Neden olmasın sinyorina? Ruhen her zaman, eğer seviyorlarsa. Maalesef, aynı zamanda fiziksel açıdan da. 
Sinyorina iyice sertleşti, sohbeti keserek, markiz böyle ağır bir durumdayken onunla konuşmanın mümkün olmadığını, ama biraz sakinleştikten sonra kendisine bu ziyaretten bahsedeceğini ve hiç kuşku yok ki, markizin onu tekrar çağıracağını belirtti. 
Üç ay da geçti. Doktor Junio Falchi çağrılmadı. 
        
                                                           ***

Tabi ki, doktorun ilk ziyareti merhum markizada olumsuz intibalar uyandırmıştı. Genç markizin yardımcısı ve gözetmeni olan sinyorina Lidia Venturi bunu iyi biliyordu. Ancak gereğinden fazla ikrah hissi uyandıran bu doktordan nefret ettiği için, Falchi'nin ta en baştan markizaya oğlunu iyileştirebileceğine dair ümit verseydi, markizanın onun hakkında kötü düşüncede olmayacağını dikkate almamıştı.
Kendisi ise doktorun ikinci ziyaretini, markizanın öldüğü gün gelerek hastalığa dair düşüncesini bildirme amacını, şanssız ve mutsuz bir insana umut vermek istemesini dolandırıcılıktan daha beter olarak kabul ediyordu. Ayrıca, genç markiz görüldüğü üzere, kendi mutsuz kaderine razı gelmişti. Annesinin ani ölümünden sonra o, kendi körlüğünün karanlığı dışında, iç bir karanlık da hissetti, bu koyu karanlık karşısında ise herkes kördür. Gören insanlar en azından çevrelerine göz atarak dikkatlerini bu iç karanlıktan çekebilirler, ama o yapamaz. Çünkü, o hayatta kör olduğu gibi, ölümde de kördü. Annesi şu anda onu soğuk karanlık içinde korkunç bir boşlukta tek başına bırakarak sessizce yok olmuştu.
Aniden o, zarf, titrek ışığa benzer, son derece tatlı bir ses duydu (bu sesi tanımıyordu). Genç markiz korkunç boşlukta dolaşan varlığı ile bu sese sarıldı.
Sinyorina Lidia onun için sesten başka bir şey değildi, ama son aylarda markizaya herkesten daha yakın olmuştu. Markiza da oğluna Lidia hakkında (Silvio bunu iyi hatırlıyordu) söz ederken, hayırsever, düşünceli, kültürlü ve eğitimli olduğundan söz eder, güzel tavırlı biri olduğunu belirtirdi. Şimdi Lidia ona yardım ederken, onunla ilgilenirken Lidia'yı aynen annesinin bahsettiği şekilde tasavvur ediyordu.
Lidia ilk günden markizanın annelere özgü bir bencillikle, kendi mutsuz oğluna teselli olsun diye onu işe aldığından şüphelenmişti. Lidia çok kırılsa da, gururlu davranmaya karar vermişti. Ama markiz annesinin ölümünden sonra, göz yaşları içinde onun elinden tutarak, güzel, solgun bir yüzle: "beni bırakma, bırakma" diye yalvardığında, Lidia onun zarafeti ve zavallılığı karşısında mağlup olarak tereddüt etmeden yaşamını ona adamaya karar verdi.
Günler geçti, markiz körlere özgü cesaretsiz, ancak inatçı ve sıkıcı bir ilgiyle Lidia'yı bıktırmaya başladı. Markiz onu kendi karanlığından "görmeğe", onun sesini kalbinde bir suret gibi canlandırmaya çalışıyordu.
İlk başlarda boş ve anlamsız sorular yöneltiyordu. Lidia okurken ve konuşurken onu nasıl hayal ettiğini söylüyordu:
- Sarışınsın, değil mi?
- Evet.

Sarışındı, ancak sert ve seyrek saçları teninin koyu rengiyle ilginç bir uyumsuzluk oluşturuyordu. Bunu ona nasıl söylesin? Bir de ne gerek vardı?

- Gözlerin de mavi, doğru mu?
- Evet.

Mavi, ancak koyu ve kederliydi, hem de çukurlaşmıştı. Bunu ona nasıl söylesin? Bir de ne gerek vardı?
O, güzel değildi, ancak vücudu güzeldi. Elleri ve sesi ise gerçekten güzeldi. Özellikle, uyumsuz görüntüsüne, mağrur ve kederli yüzünce yakışmayan sesi çok ahenkli, tatlıydı.
Lidia, markizin kendisini, sihirli sesine aşık olduğu için, inatçı sorularına aldığı cesaretsiz yanıtlara göre hayal ettiğini anlıyordu.


devam edecek... 

iş, sosyal sorumluluk, sosyal/özel hayat yoğunluğu içinde zaman buldukça hikayenin devamını çevirerek ekleyeceğim. bu yeni ve farklı çeviri hobime daha sık zaman ayırmaya çalışacağım. bu hikayeyi tamamen çevirip bitirdikten sonra diğer nobel ödüllü yazarların türkçeye çevrilmemiş bulunan ve tarafımdan sevilen bir kaç eserini de çevirerek blog'da yayınlayacağım inşallah. 


earthlings'e ait tüm eserler ve çeviri metinleri fikri haklar yasası çerçevesinde koruma altında olup, söz konusu kanun hükümlerine ve işbu uyarıya rağmen hukuka aykırı olarak bu ve diğer tüm eserlerinin kopyalanması, alıntılanması, başka bir mecrada yayınlanması halinde fikri hak ihlali nedeniyle hukuki yola başvurulacağını ve fikri hak ihlali gerçekleştirerek intihal yapan şahıslara hukuki çerçevede, yasalar gereği yaptırım uygulatılacağını önemine binaen bir kez daha belirtirim. 
işbu uyarı earthlings'in hem ekşisözlük, hem de bu blog'da yayınladığı tüm eserleri için (yazı/görsel) geçerlidir.